Ana içeriğe atla

Bu Koltuğu İstiyorum ***


—Gel bakalım yeğenim! Ben istediğim yere geldim. Güçlü bir yerdeyim. Şimdi dile benden, ne istersen söyle?

—Canının sağlığı dayıcığım! Sana iyi çalışmalar!

—Olmaz yeğenim! İste benden bir şeyler... Ben burada etkili bir durumdayken sana bir iyiliğim dokunsun...

—Ne isteyeyim dayı?

—Serbestsin.

—Bir koltuk olur mu?

—Neden olmasın, yakışır yeğenime! Yeter ki boş bir koltuk olsun!

—TBMM başkanlığı?
—Bunun için önce vekil olman gerekir. O kadar uçma. Kendi alanınla ilgili iste. Orada benim gözüm var. Üstelik yakışır da…

—Milli Eğitim Müdürlüğü olur mu?

—Olur, niye olmasın! Ama yapabilir misin? Bunun için vizyon ve misyona sahip olmalısın. Ayrıca bu koltuğu doldurabilecek ehliyet ve liyakat var mı sende?

—Neden olmasın! Saydıkların fazlasıyla var bende. Ayrıca bu makama gelenlerin hepsinde -ne demekse o dediğin- vizyon ve misyon var mı? Sonra herkes bu işi yapabiliyor iken niçin bana gelince yapabilir misin deniyor ve ehliyet ve liyakat aranıyor? O makama oturanların hepsinde bunlar var mı?

—Fazla karıştırma oraları!

—Tamam, o zaman Milli Eğitim Müdürlüğünü istiyorum.

—Yeğenim, yapamazsın. Zor o makamlar! Göründüğü gibi değil. Seni yakmak istemem.

—Dayıcığım, niye zor olsun! Bu işler sana anlatıldığı gibi değil. Ben bu iş için bulunmaz bir kumaşım. Niye yapamayacakmışım?

—Haydi aracı oldum, o koltuğa oturdun, neler yapacaksın? Bir anlat bakalım.

—Bir defa, başta sen olmak üzere beni bu koltuğa layık görenler ve kendimden üstte olanlarla iyi geçineceğim. Onların bir dediğini iki etmeyeceğim.

—Başka?

—Şehrimde hatırı sayılır elit insanların öğretmen olan aile efradını koruyup kollayacağım. İster gelini-damadı, ister oğlu-kızı olsun; bunların haftalık ders programlarını onları memnun edecek şekilde hazırlamaları için aracı olacağım. Yaptığı programda bu tür özel öğretmenleri memnun etmeyen okul müdürlerini önce uyarır, yapmazsa görevden alırım. Bu konuda asla taviz vermem ve huzurumu bozmam. Benim huzurum kaçacağına bir başkasının huzurunu kaçırırım.
—Başka?

—Hangi okula, hangi yöneticiyi vereceğimi belirlerim, beğenmediğimi alırım. Yerine bir başkasını getiririm. Bir yere müdür atayacağımda okulu yaptıran hayırseverin veya onun yakınlarının isteklerini gözetirim. Atadığım müdürü beğenmezlerse hemen o müdürü arar, istifasını isterim. Hayırsever ve yakınları kimi isterse onu getirir, o koltuğa oturturum.

—Başka?

—Bir okulu ziyaret ettiğimde o okula hizmette bir kusur görürsem o müdürü yerin dibine geçiririm. Mesela benim oturacağım masaya, masa örtüsü ayarlamayan müdürü anasından doğduğuna pişman ederim ki bir daha beni masa örtüsü olmayan masaya oturtmasın. Yapamıyorsa çeksin gitsin. O gitmezse zaten ben alırım. Yerine, bekleyenlerden birini görevlendiririm hemen.

—Peki yeğenim! Fakat bu anlattıklarının içinde ben eğitim ve öğretimi göremedim.

—Dayı! Dikkatini çekerim, eğitim ve öğretimi öğretmen yapacak, ben değil. Ben sadece protokol takılacağım. Zaman zaman da seni desteklemek için siyasi paylaşımlarda bulunurum. Bu iyiliğimi de unutma. Bir vefadır ne de olsa…
—Maşallah yeğenim! Sen baya hazırlamışsın kendini bu işe. Sende ne cevherler varmış böyle! Bunları nereden öğrendin?

—Teşekkür ederim dayıcığım. Sana çekmişim. Fakat o koltuğu yönetmek için illaki hazırlık yapmam gerekmiyor. Mevcut bazılarının yaptıklarını taklit etmem yeterli. Hasılı, benim bu konuda en iyi öğretmenim onlar. Üzüm, üzüme baka baka kararır.
—Anladım yeğenim! Yine de bu işin gelişi kadar bir de gidişi var. Giderken kubbede hoş bir seda bırakmak iyi olmaz mı?
—Dayı! Yapma Allah aşkına! Her giden o dediğin kubbede bir hoş bir seda mı bıraktı sanki? Bana gelince dürüstlük abidesi kesilmeyin.
—Anlaşıldı yeğenim! Yalnız göz kırptığın koltuğa bir büyük geldi. Annenin hatırına sana bir yer bulacağız artık!



***23/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde