Ana içeriğe atla

Eyvah, Sevgililer Günü!


—Hayırdır?
—Yok bir şey!
—Ne demek yok bir şey? 
—Yok bir şey dedim ya...
—Var bir şey ki "yok bir şey" diyorsun. Ne zaman bu deyimi kullanan birini görsem var bir şeyi. Senin de öyle. Sadece konuşmak istemiyorsun. Ama suratın var bir şey diyor.
—Doğru diyorsun. Aslında var bir şey. Hanımla atıştık.
—Deme ya! Baltayı taşa vurmuşsun. Hanımla bozuşulur mu? Hem de "Sevgililer Günü" ilan edilen bir günde.
—Zaten o günden dolayı tartıştık.
—Niye ki? Bu günü atlatsaydın da sonra kozlarınızı paylaşsaydınız. Aslında uyumlu bir ikiliydiniz siz.
—Yine öyleyiz de. Oldu işte. Kriz sevgililer gününden dolayı çıktı.
—Neyini paylaşamadınız sevgililer gününün?
—Aslında incir çekirdeğini doldurmaz orta yerdeki sorun. Ağrımaz başımı ağrıttım. Boşuna aile saadetimi bozdum. Hepsi dilimin cezası…
—Ne dedin de?
—Hanıma  dedim ki "Hanım! Malum sevgililer günü. Biz birbirimizi severek aldık.  Çünkü ikimiz sevgiliyiz, Bugüne kadar tanıştığımız gün dahil, nişan, nikah, düğün, kadınlar günü, anneler günü, emekçiler günü, doğum günü, sevgililer günü gibi ne kadar gün varsa hepsinde senin gününü kutlayıp hediyeler aldım. Hep taraflı hediye ve gönül alma oldu. Madem ikimiz sevgiliyiz. Tek taraflı sevgi olmasın. Tek taraflı vermek sadece Allah'a aittir.  Bir incelik de sen yap. Bu sevgililer gününde de sen benim gönlümü al, bunca yıllık hayatımda bir de benim günüm kutlansın. Gel bu sefer de sen bana hediye al dedim." Vah sen misin bunu diyen? Beni bir dövmediği kaldı. Sözleriyle dövdü beni. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Eski köye yeni âdet getirme. Nerede görülmüş bir kadının kocasına hediye aldığı? Bu, erkeğin işidir, bu ve diğer günleri takip etmek ve gönül almak" dedi. 
—Sen ne dedin?
—Ne diyeceğim? Konuşturmadı beni.  Sakinleşmedi bir türlü. Konuyu açtığıma pişman oldum. Vara bu sefer de hediyesini alsaydım da ağzımın tadını bozmasaydım.
—Şöyle iyisinden bir hediye alırsan eşinin gönlünü alırsın.
—Bu aşamadan sonra çok bir işe yarayacağını sanmıyorum. Ama bu vesileyle görevimi ve bunu savsaklamamın şakasının olmadığını öğrenmiş oldum. Bundan sonra "Alavere, dalavere, Kürt Mehmet nöbete" misali vazifemi biliyorum. Bedeli ne olursa olsun eşimin bütün günlerini takip etmeye ve gereğini gönüllü yapmaya ve hayatımı onun mutluluğuna adadım. O mutlu ise ben de mutluyum. Zira huzurum için bu, gerekli. 
—Sen dertliymişsin arkadaş. Bir de yok bir şey diyordun. Bak! Varmış demek ki... 
—İyi ki var diyerek üstüme üstüme geldin. Açıldım, konuştum ve rahatladım. Bu vesileyle sorunu da çözmüş oldum. Size teşekkür ediyorum.
—Ben teşekkür ediyorum.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde