Ana içeriğe atla

Savrulduk, Hem de Ne Savrulma! (3)


31 Mart’ta bir seçime daha gidiliyor ama bu sefer durum diğer seçimlerden daha farklı. Ülke, dış saldırıyla başlayan bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bu krizin adı konmasa da kısa zamanda kolay kolay gideceğe benzemiyor. Vatandaş birkaç yıldır geliyorum diyen krizin içinde şimdi. Halinden de pek memnun değil. Memnuniyetsizlerin sayısı her geçen gün hızla artmakta. Çünkü piyasada yaprak kıpırdamıyor, sebze ve meyve fiyatları arttı. Gıda ürünleri başta olmak üzere iğneden ipliğe her ürüne kat kat zamlar geldi. İşsizlik oranı arttı. Fabrikalar kapandı. Çünkü çift haneli enflasyon dönemine yeniden girdik. İş sadece enflasyonda kalsa dışa bağımlı ve üretime dayalı ekonomilerin sonu budur der, biraz sıkıntı çekilir, yeniden düze çıkılır. Maalesef sıkıntı daha derinlere taşındı. Adalet duygusu zedelendi. FETÖ denen şer örgütü ile mücadele, devletin sağlıklı düşünmesinin önüne geçti. Devlette ve toplumda FETÖ paranoyası belirdi. Herkes herkesten şüphelenir oldu. Çoğu kimse FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle işinden oldu. Yine FETÖ ile mücadele adı altında devlete alımlarda sözlü mülakat kriteri getirildi. Sözlü mülakatlardaki görüntü FETÖ ile mücadelenin de ötesinde taşındı. Çünkü iş ahbap-çavuş ilişkisine döndü. En azından halkın ekseriyeti böyle bir algıya sahip.

Halktaki memnuniyetsizliğin farkında olan iktidar, kendisinden kaçmakta olan seçmeni ittifak sayesinde geri kazanmayı ümit ediyor, bunun için mücadele veriyor. Diğer taraftan bir oy bir oy diyerek yıllardır tasvip etmediği seçim ekonomisi de uygulamaya başladı. 2015’den bu tarafa her seçime giderken ülkenin ekonomik durumu sıkıntıda olmasına rağmen 90’lı yılların siyaseti gibi bir siyaset izlenmeye başlandı.

31 Mart seçimlerine giderken seçim parolası da “gönül belediyeciliği.” Niçin böyle bir parolayla yola çıktı? Çünkü yıllardır nasılsa iktidardayız, kimse yanımıza yaklaşamıyor diye kibirlendik. Halkla aramızda güven problemi başladı. Bizlere umut bağlayanlar bizden kopmak istemese de güvenilir bir liman arıyor. Sözün özü siyaset ve iktidar olma bize yaramadı. Savrulduk hem de ne savrulma. Şımardık üstelik. Dün incinmiştik, bugün biz de incitiyoruz.  Çünkü incine incine incitmeyi öğrendik. Kazanmak ve yükselmek için birbirimizi de ekarte etmeyi çok iyi becermeye başladık. Dün yola çıktıklarımızla siyaset yaparken bugün çoğunu küstürdük, yola yolda bulduklarımızla devam ediyoruz. Üstelik bizi kimse eleştiremiyor bugün. Kim eleştirmeye kalksa ya FETÖ’cü ya düşman ya da nankör olarak ilan ediyor ve kapının önüne koyuyor, dışlıyoruz. Dünün mağduru iken bugün mağdur ediyoruz. Kendimizi anlatmak için sürekli geçmişle bugünü kıyaslıyoruz.

31 Mart seçimlerinde belki de 2002 seçimlerinde aldığımız yüzde 34 oy oranının gerisine düşeceğiz. Halk ya alternatif partilere yönelecek ya tepki olarak oyunu hiç tasvip etmediği bir siyasi görüşe verecek ya boşa atacak ya da sandığa gitmeyecek. Belki de bu seçim, seçime katılım oranının en düşük olduğu seçim olarak tarihe geçecek.

Düşünüyorum da iktidar bize yaramadı. Çünkü samimiyetimizi kaybettik. Bugün makam, mevki peşinde koşuyoruz. Dünün mücahitleri bugün en azından müteahhit oldu. Acaba büyümeyip küçük ama samimi, ülkeyi ve İslam’ı dert edinen kimseler olarak kalsaydık keşke diyorum bazen. Çünkü savrulduk, şımardık. Kibir de var bizde. Halbuki bizim zihniyete bu ülkenin daha ihtiyacı vardı. Yavaş yavaş iktidar nimeti altımızdan kayıyor. Üstelik yıllardır bir çözülse dediğimiz problemleri çözünce de rahatlamadık. Çünkü yumuşak karnımız olan başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun. Zira acayip tavırlı başörtülüler türedi. Hatta öyle başörtülüler görüyoruz ki “Şu kız keşke başörtülü olmasaydı” ya da “Dün başörtüsü eylemlerini bunun için mi yaptık” der olduk. İşin garibi 2015’den bu tarafa “Ben yaptığından hoşnut değilim, yaptıklarını beğenmiyorum, kendine çekidüzen ver” diyen seçmene her seçim sonrası “Mesajı aldık” denmesine rağmen görünen o ki tedbir alınmamış. Uzatmalara oynuyoruz izlenimi veriyoruz şimdi. Dün tek başına aldığımız oyu bugün yama yaparak almaya ve ayakta kalmaya çalışıyoruz. Böyle mi olacaktık? Demek ki bir dava büyüyünce samimiyet kalmıyormuş. Keşke küçük kalsaydık daha mı iyiydi? En azından bugünkü durumdan sorumlu olmaz ve samimiyetimizi kaybetmezdik.


Yorumlar

  1. Yorum da bizlere diyecek bırakmamışsın sayın hocam. Söylenecek veya yapılması gereken özeleştiriyi yapmışsın. Allah razı olsun. Durum aynen de dediğin gibi malesef. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da ne samimiyet var ne dava. Herkes menfaat peşinde kimi maddi kimi manevi nemalanıyor. Adaleti gözeten yok. Çevreme bakıyorum ben onların yanında olamam diyorum. Ama senin saydığın durumlara ve baştakilere bakıyorum gidecek başka bir yer yok diyorum. Keşke küçük olsaydıkta samimi olsaydık. Bu büyüklük bize rehavet getirdi. Şu an itibari ile ben de de ne samimiyet ne de bir sevda kaldı. Yattı balık yan gider diyorum. Bu vatanın sevdalısı bir ben miyim. Ele ne olursa bana da aynısı olur. Benim vereceğim partide başkalrı bir şekilde nemalanacak ben de onlara yardımcı olacağım. Bunun Allah katında vebalinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü adaletsizliği desteklemek aynı adaletsizliği yapmak anşamına gelir. Belki FETÖ ile mücadele için belki başka şey için bir mülakat çıkardılar her türlü adaletsizlik var. Sonra başka yerleri bilmem ama buralarda parti yönetimine bakıldığı zaman malum partiye oy vermek gerçekten çok vebal gerektiriyor. Savrulduk ki hem de o biçim. Nasıl toparlanırız bilemiyorum. Allah sonumuzu hayırlı etsin inşallah. Çok detliyiz Ramazan hocam yaramızı deştin. İnşallah melhem bulursun da yaramız kapanır. Gündemine aldığın için sana teşekkür ederim. Allah razı olsun. Selam ve dua ile kalın.

    YanıtlaSil
  2. Allah cümlemizden razı olsun Hocam. Aleyküm selam. Dert ortak olunca ve bir şeyi dert edince kalpten kalbe geçiş var. Demek ki aynı şeyleri düşünüyoruz. Duygu ve düşüncelerimi destekler şekilde yorumları görünce yalnız değilim demek ki deyip bir taraftan sevinirken diğer taraftan keşke sadece ben bu şekil düşünseydim ve bu düşüncem yanlış olsaydı diyorum. Çünkü gidersek bir daha gelmemiz zor. Çünkü halk bize kaç dönem çok şans verdi. Biz özellikle son yıllarda verilen bu krediyi hoyratça kullandık. 17 yılda bir devlet baştan başa yeniden imar edilirdi. Putin batmış bir ülkeyi nereye getirdi, biz bugün neredeyiz? Biz bugün 90'lı yıllarda ömürleri iki yıldan fazla olmayan koalisyon hükümetleriyle kendimizi kıyaslıyoruz. Halbuki kıyası bile mümkün değil. Sonuç aynı yerdeyiz. Ülkenin bu gidişini yine bu zihniyet kurtaracak. Yeter ki hatalarla yüzleşilsin. Ben bir yüzleşme ve öz eleştiri birçok şeyi çözer. Yeter ki hükümet yapıcı eleştiriye açık olsun. Eski dostlarıyla barışsın, onlara barış eli uzatsın. Çünkü bu partinin eski ağır toplara ihtiyacı var. Kendi içinde barışı sağlamayan diğer kesimlere güven veremez. Mevlam bir kapı açar mutlaka. Baki selam.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde