31 Mart’ta bir seçime daha gidiliyor ama bu sefer durum
diğer seçimlerden daha farklı. Ülke, dış saldırıyla başlayan bir ekonomik
krizle karşı karşıya. Bu krizin adı konmasa da kısa zamanda kolay kolay
gideceğe benzemiyor. Vatandaş birkaç yıldır geliyorum diyen krizin içinde
şimdi. Halinden de pek memnun değil. Memnuniyetsizlerin sayısı her geçen gün
hızla artmakta. Çünkü piyasada yaprak kıpırdamıyor, sebze ve meyve fiyatları
arttı. Gıda ürünleri başta olmak üzere iğneden ipliğe her ürüne kat kat zamlar
geldi. İşsizlik oranı arttı. Fabrikalar kapandı. Çünkü çift haneli enflasyon
dönemine yeniden girdik. İş sadece enflasyonda kalsa dışa bağımlı ve üretime
dayalı ekonomilerin sonu budur der, biraz sıkıntı çekilir, yeniden düze
çıkılır. Maalesef sıkıntı daha derinlere taşındı. Adalet duygusu zedelendi.
FETÖ denen şer örgütü ile mücadele, devletin sağlıklı düşünmesinin önüne geçti.
Devlette ve toplumda FETÖ paranoyası belirdi. Herkes herkesten şüphelenir oldu.
Çoğu kimse FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle işinden oldu. Yine FETÖ ile
mücadele adı altında devlete alımlarda sözlü mülakat kriteri getirildi. Sözlü
mülakatlardaki görüntü FETÖ ile mücadelenin de ötesinde taşındı. Çünkü iş
ahbap-çavuş ilişkisine döndü. En azından halkın ekseriyeti böyle bir algıya
sahip.
Halktaki memnuniyetsizliğin farkında olan iktidar,
kendisinden kaçmakta olan seçmeni ittifak sayesinde geri kazanmayı ümit ediyor,
bunun için mücadele veriyor. Diğer taraftan bir oy bir oy diyerek yıllardır
tasvip etmediği seçim ekonomisi de uygulamaya başladı. 2015’den bu tarafa her
seçime giderken ülkenin ekonomik durumu sıkıntıda olmasına rağmen 90’lı
yılların siyaseti gibi bir siyaset izlenmeye başlandı.
31 Mart seçimlerine giderken seçim parolası da “gönül
belediyeciliği.” Niçin böyle bir parolayla yola çıktı? Çünkü yıllardır nasılsa
iktidardayız, kimse yanımıza yaklaşamıyor diye kibirlendik. Halkla aramızda
güven problemi başladı. Bizlere umut bağlayanlar bizden kopmak istemese de
güvenilir bir liman arıyor. Sözün özü siyaset ve iktidar olma bize yaramadı. Savrulduk
hem de ne savrulma. Şımardık üstelik. Dün incinmiştik, bugün biz de
incitiyoruz. Çünkü incine incine
incitmeyi öğrendik. Kazanmak ve yükselmek için birbirimizi de ekarte etmeyi çok
iyi becermeye başladık. Dün yola çıktıklarımızla siyaset yaparken bugün çoğunu
küstürdük, yola yolda bulduklarımızla devam ediyoruz. Üstelik bizi kimse
eleştiremiyor bugün. Kim eleştirmeye kalksa ya FETÖ’cü ya düşman ya da nankör
olarak ilan ediyor ve kapının önüne koyuyor, dışlıyoruz. Dünün mağduru iken
bugün mağdur ediyoruz. Kendimizi anlatmak için sürekli geçmişle bugünü
kıyaslıyoruz.
31 Mart seçimlerinde belki de 2002 seçimlerinde aldığımız
yüzde 34 oy oranının gerisine düşeceğiz. Halk ya alternatif partilere yönelecek
ya tepki olarak oyunu hiç tasvip etmediği bir siyasi görüşe verecek ya boşa
atacak ya da sandığa gitmeyecek. Belki de bu seçim, seçime katılım oranının en
düşük olduğu seçim olarak tarihe geçecek.
Düşünüyorum da iktidar bize yaramadı. Çünkü samimiyetimizi
kaybettik. Bugün makam, mevki peşinde koşuyoruz. Dünün mücahitleri bugün en
azından müteahhit oldu. Acaba büyümeyip küçük ama samimi, ülkeyi ve İslam’ı
dert edinen kimseler olarak kalsaydık keşke diyorum bazen. Çünkü savrulduk,
şımardık. Kibir de var bizde. Halbuki bizim zihniyete bu ülkenin daha ihtiyacı
vardı. Yavaş yavaş iktidar nimeti altımızdan kayıyor. Üstelik yıllardır bir
çözülse dediğimiz problemleri çözünce de rahatlamadık. Çünkü yumuşak karnımız
olan başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun. Zira acayip tavırlı başörtülüler türedi.
Hatta öyle başörtülüler görüyoruz ki “Şu kız keşke başörtülü olmasaydı” ya da “Dün
başörtüsü eylemlerini bunun için mi yaptık” der olduk. İşin garibi 2015’den bu
tarafa “Ben yaptığından hoşnut değilim, yaptıklarını beğenmiyorum, kendine
çekidüzen ver” diyen seçmene her seçim sonrası “Mesajı aldık” denmesine rağmen
görünen o ki tedbir alınmamış. Uzatmalara oynuyoruz izlenimi veriyoruz şimdi. Dün
tek başına aldığımız oyu bugün yama yaparak almaya ve ayakta kalmaya
çalışıyoruz. Böyle mi olacaktık? Demek ki bir dava büyüyünce samimiyet
kalmıyormuş. Keşke küçük kalsaydık daha mı iyiydi? En azından bugünkü durumdan
sorumlu olmaz ve samimiyetimizi kaybetmezdik.
Yorum da bizlere diyecek bırakmamışsın sayın hocam. Söylenecek veya yapılması gereken özeleştiriyi yapmışsın. Allah razı olsun. Durum aynen de dediğin gibi malesef. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da ne samimiyet var ne dava. Herkes menfaat peşinde kimi maddi kimi manevi nemalanıyor. Adaleti gözeten yok. Çevreme bakıyorum ben onların yanında olamam diyorum. Ama senin saydığın durumlara ve baştakilere bakıyorum gidecek başka bir yer yok diyorum. Keşke küçük olsaydıkta samimi olsaydık. Bu büyüklük bize rehavet getirdi. Şu an itibari ile ben de de ne samimiyet ne de bir sevda kaldı. Yattı balık yan gider diyorum. Bu vatanın sevdalısı bir ben miyim. Ele ne olursa bana da aynısı olur. Benim vereceğim partide başkalrı bir şekilde nemalanacak ben de onlara yardımcı olacağım. Bunun Allah katında vebalinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü adaletsizliği desteklemek aynı adaletsizliği yapmak anşamına gelir. Belki FETÖ ile mücadele için belki başka şey için bir mülakat çıkardılar her türlü adaletsizlik var. Sonra başka yerleri bilmem ama buralarda parti yönetimine bakıldığı zaman malum partiye oy vermek gerçekten çok vebal gerektiriyor. Savrulduk ki hem de o biçim. Nasıl toparlanırız bilemiyorum. Allah sonumuzu hayırlı etsin inşallah. Çok detliyiz Ramazan hocam yaramızı deştin. İnşallah melhem bulursun da yaramız kapanır. Gündemine aldığın için sana teşekkür ederim. Allah razı olsun. Selam ve dua ile kalın.
YanıtlaSilAllah cümlemizden razı olsun Hocam. Aleyküm selam. Dert ortak olunca ve bir şeyi dert edince kalpten kalbe geçiş var. Demek ki aynı şeyleri düşünüyoruz. Duygu ve düşüncelerimi destekler şekilde yorumları görünce yalnız değilim demek ki deyip bir taraftan sevinirken diğer taraftan keşke sadece ben bu şekil düşünseydim ve bu düşüncem yanlış olsaydı diyorum. Çünkü gidersek bir daha gelmemiz zor. Çünkü halk bize kaç dönem çok şans verdi. Biz özellikle son yıllarda verilen bu krediyi hoyratça kullandık. 17 yılda bir devlet baştan başa yeniden imar edilirdi. Putin batmış bir ülkeyi nereye getirdi, biz bugün neredeyiz? Biz bugün 90'lı yıllarda ömürleri iki yıldan fazla olmayan koalisyon hükümetleriyle kendimizi kıyaslıyoruz. Halbuki kıyası bile mümkün değil. Sonuç aynı yerdeyiz. Ülkenin bu gidişini yine bu zihniyet kurtaracak. Yeter ki hatalarla yüzleşilsin. Ben bir yüzleşme ve öz eleştiri birçok şeyi çözer. Yeter ki hükümet yapıcı eleştiriye açık olsun. Eski dostlarıyla barışsın, onlara barış eli uzatsın. Çünkü bu partinin eski ağır toplara ihtiyacı var. Kendi içinde barışı sağlamayan diğer kesimlere güven veremez. Mevlam bir kapı açar mutlaka. Baki selam.
YanıtlaSil