Ana içeriğe atla

Bazıları Camiye Niçin Gelir ki?*


Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği istatistiğe göre Türkiye'de 82.693 cami varmış. Bu demektir ki sayısı 81 olan her ilimize 1000 camiden fazla cami düşmektedir. İhtiyaç durumu ve nüfus artışına paralel olarak yapımı devam eden camilerimiz de eksik değil. İnşaatı devam eden bu camilerimiz için birkaç haftada bir cami görevlileri hutbede "İnşaatı devam etmekte olan muhtelif camilerimiz için yardım toplanacaktır. Allah yapacağınız yardımları şimdiden kabul etsin" duyurusu yapar.

Ne kadar camiye ihtiyacımız var, üzerinde durmayacağım. İhtiyaç duyulursa yapılır. Merak ettiğim, Diyanet İşleri Başkanlığının elinde, cuma namazı dışında camilerimizde cemaate katılım oranı ne kadardır? Namazlarımın çoğunu camide cemaatle eda eden biri olmasam da zaman zaman değişik vakit namazlarını farklı camilerde kılmaya çalışan biriyim. Bazı camiler hariç camilerimizin genelinde vakit namazını kılanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Çoğunda ilk saf bile dolmuyor. Camiye gelenlerin çoğu da belli bir yaşın üzerindeki kişiler. Başta belediyeler olmak üzere DİB, bazı okullar ve STK'lar camilere çocukları çekmek için proje üzerine proje geliştirip yürürlüğe koysalar, ödül üzerine ödül verseler de proje süresi bitince camilerimiz de boşalıyor. Çünkü ödülü kapan çocuk maksada ulaştığı için kendini cami dışına atıyor. İştahını bir başka ödüle saklıyor. Menfaat ilişkisine bağlı olan bu tür projeden de başkası beklenemez. 

Diyelim ki ortaya koyduğumuz projelerle çocuklarımızı camiye gelmeye alıştırdık, amacımıza ulaştık, çocuklarımız camiye gelmeye devam ediyor. Değişen ne? Gerçekten ne değişecek? Camileri babasının tapulu malı gibi gören ve borusunu öttüren bazı cami müdavimlerinin elinde çocuklarımız ne kadar camiye devam edecekler? Biz camiler çocuk sesinden mahrum kalmasın diye çocukları camiye çekmeye çalışmadan önce cami cemaatini eğitsek çok iyi olacak. Çünkü camilerimiz çocuk sesine, çocuk cıvıltısına tahammül edemeyen, çocuk psikolojisinden anlamayan bazı ihtiyarlarla dolu. Sanki hiç çocuk olmamışlar gibi. Onlara göre camiye gelecek çocuk 30-40 yaşında bir insanın olgunluğunu gösterecek, hiç sesini çıkarmayacak, huşu içerisinde namazını kılacak. Halbuki iki çocuk bir araya gelince onları zapt etmek zor. Çünkü çocuk ne de olsa. Çocuğun camide gıkı çıksa kıyameti koparıyorlar ve çocukları azarlıyorlar. Gel de bu çocuğu bu camiye getir bundan sonra. Sanki  bu tipler peygamberden daha Müslüman. Ama peygamberi örnek almayan bir Müslüman! O peygamber ki namaz kılarken üzerine atlayan torunlarına kızmamış, hatta düşmesinler diye namazın rüknünü uzatmış biridir.

Ben bazı cemaatin çocukları azarlamasına  -nebevi tebliğe uymuyor diye- kızarken beterini bir eğitimcide gördüm. Bir okulun mescidine ikindi namazını kılmak için gittiğimde 10-15 kadar 5.6.sınıf öğrenci vardı mescitte. Kimi namazını kılmış, küçük bir halka oluşturup fısıltılı konuşuyor, kimi de namazını yeni kılıyor. İçeride namaz kılan bir öğretmen de var. Ön tarafta boş bulduğum bir yere geçip namazımı kıldım. Ben namaz kılarken halka olmuş çocuklar kendi aralarında konuşurlarken birbirlerini de "Hocalar var, namaz kılıyorlar" şeklinde uyardıklarını duydum. Küçücük çocuklardaki bu hassasiyet hoşuma gitti. Ama diğer meslektaşımın hoşuna gitmemiş olmalı ki namazı bitirir bitirmez çocuklara saydırdı: "Sınıfta konuşuyorsunuz, mescitte konuşuyorsunuz, siz ne zaman adam olacaksınız. Ağız tadıyla bir namaz kıldırmadınız..." dedi durdu. O çocuklara saydırırken ben hızlı bir şekilde ayakkabılarımın arkasına basarak mescitten kaçtım. Daha saydırıyordu çünkü. Çocuklardan değil, meslektaşımdan tiksindim. Bu nasıl eğitimci böyle dedim. Zaten namaz kılan az sayıda bir öğrenci var. Biz öğrencileri mescide çekmeye çalışalım, bu ve benzeri meslektaşlar olduğu müddetçe namaz kılan öğrenci sayısı artmadığı gibi azalır. En azından ben çocuk olsam o adam mescitte olduğu müddetçe namaza gelmezdim. Bir eğitimci böyleyse cami cemaatine ben ne diyeyim?

Okul mescidinde gördüğüm meslektaşımı ve zaman zaman farklı camilerde çocuklarla uğraşan diğer cemaati görünce acaba bu tipler hiç camiye, mescide gelmeseler; namazlarını evde veya bir köşede kendi başlarına kılsalar, çocuklar da kimseden çekinmeden rahat bir şekilde cami ve mescitlere  gelebilseler, istedikleri gibi gönüllerince eğlenseler diyorum. Ya da bazı bölge ve muhitlerde bazı camileri sadece çocukların gelebileceği camiler olarak belirlesek nasıl olur? Bence fena olmaz. Çünkü çocuklar camiyi bir yaşam merkezine döndürürler.

Camiye gelip gürültü yapan çocukları hiç uyarmayalım demiyorum. Uyaralım ama bu işi kırıp dökmeden yapalım. Çünkü kırıp döktüğümüzün tamiri mümkün değildir. En iyisi bu konuyu şu yazıyla bitirelim. Olur ya kıssadan hisse alırız. Eskiden tekkelerde iki soru sorulurmuş: Biri, “bugün gönül kırdın mı?” Diğeri, “namazını kıldın mı?” İlk soruya evet diyene, ikinci soru sorulmazmış. Başka söze ne hacet! Acaba bu yazıyı büyük puntolarla yazıp çoğaltarak her caminin görünür yerine assak mı?

*28/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde