Ana içeriğe atla

Askeriye Dini mi Bizim Yaşadığımız Din?

Gündelik hayatta pek bir araya gelip kolay kolay bir ve beraber olamasak da Allah var toplu halde yaşadığımız bazı şeyler vardır ki mutlaka birinin komutuyla yaparız. Özellikle bu dediklerime dini alanda sık başvurulmaktadır.

Camiye girip ezanı huşu içerisinde dinliyor, ezan bitimi okunan ezandan sonra ellerini açıp ezan duası okumak istiyorsun. Ama ne mümkün! Müezzin, imam veya cemaatten biri başlıyor ezan duasını okumaya. Seni sana bırakmayan bu kimseye karşı mecburen ellerini kaldırıp onu dinliyor ve amin diyorsun.

Namaz bitimi tespih çekmek istiyorsun. Yine seni sana bırakmazlar. Hemen biri tesbihat komutu vermeye başlıyor. O, sübhanallah deyince sen de diyeceksin. O, elhamdülillah diyecek, sen ardından elhamdülillah diyeceksin. Allahü ekber de hakeza. Yavaş tesbihat çekme seçeneğin yok zaten. Sen hızlı tesbihat yapıyorsan mecburen onu bekleyeceksin. Mutlaka müezzine göre kendini ayarlayacaksın. 

Hac ve umreye gitmek nasip olmadı ama gidip gelenlerden işittiğim kadarıyla bizim hacılar Kabe'yi tavaf ederken bile toplu halde dua ediyorlarmış. Başlarındaki hoca söylüyor, akabinde bizim hacılar topluca duayı tekrarlıyorlarmış, hem de diğer hacıları rahatsız ettiğimize aldırmadan.

Son yıllarda hutbedeyken hatibin dua edip cemaatin ellerini açarak amin demesi yaygınlaştı.

Cenazeyi defnettikten sonra yakınlarının arasına girerek hocanın telkin vermesi ve oradakilerin topluca amin demesi hakeza çok yaygın.

Hangi birini örnek olarak vereyim? Say say bitmiyor. İşin garibi yukarıda verdiğim örnekler dinin bir emri değil, yapıla yapıla dinin bir emri gibi kabul edilen âdetlerimizden başka bir şey değil. Hepsini bir ritüel haline getirmişiz. Hemen hepsi birinin komutuyla başlayacak, biz de tekrar edeceğiz veya amin diyeceğiz. Bu düzen ve ahengi görünce nedense kışla veya askeriye dini mi bizim dinimiz demeye başlıyorum. Benim bildiğim askeriye bir emir-komuta ile yürür. Türkü çağrılacak...çağır! Sağa dön...marş! Yemek duası yapılacak...yap! Bunlar askerlikte gördüğümüz şeyler. Asker millet olduğumuzdan mıdır aynı askeriye mantığı dinin içine de girmiş. Ne tesbihat ne dua da kişileri kendi haline bırakmıyor, biri mutlaka başı çekiyor.

Çoğu zaman kendi halimize dua yapmaya bile bırakılmıyor, duayı imama ihale ediyor, onun ettiği duaya amin diyoruz. Yani biz kendi kendimize elimizi açıp dua edemeyecek miyiz? Halbuki dua kişiye özeldir. Kişinin Allah ile konuşmasıdır. Ne diye birileri Allah ile arama giriyor ki? Belki de imamın ettiği dua ile benim edeceğim dua örtüşmüyor. Hoş imam sesli dua etmese de ellerimiz açık bir şekilde içimizden ettiğimiz duayı da imam sonlandırıyor. Belki ben kısa dua edeceğim, belki uzatacağım.

Birinin komutuyla diğerlerinin komuta iştirak etmesi düzeni sağlamaktadır. Ne zararı var? Düzen daha iyi değil mi diyebilirsiniz. Ben bu şekil düzen istemiyorum. İbadette bu şekil ritüeller istemiyorum. Bırakın beni bana, Allah'tan ne isteyeceğime ben karar vereyim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde