Ana içeriğe atla

"Sâtler olsun!"

Küçüklüğümde tıraş olmak için sıra beklediğimde tıraşı biten kişi berber koltuğundan kalkarken berber ve berber salonunda sıra bekleyenler "sâtler olsun...saatler olsun...saatlar olsun" derlerdi birbiri ardı sıra. Tıraş olan ise "sağ ol...sağ olun" diyerek cevap verirdi. Ne derler bu adamlar? Saatin ne işi var burada? Saatle tıraşın arasında ne gibi bir bağlantı olabilir? Niçin böyle derler? İşin yoksa düşün dur. Kimseye de bu saat ne alaka diye soramıyorsun. Çünkü bilmiyor musun, nasıl bilmezsin diyerek ayıplanmak da var bu işin ucunda. Zaten "saatler olsun" sözünü duyan hiç garipsemeyip cevap verdiğine göre herkesin bildiği bir şey olmalı. Tamam, herkes biliyor ama işin doğrusu saatlar mı, saatler mi yoksa sâtler mi? Hangisi? Bil de göreyim ya da sor da göreyim?

Küçüklüğü atlatıp biraz büyüyünce kafama takılan ama kimselere soramadığım saatlerin/saatların/sâtlerin doğrusunun ne olduğunu düşüne düşüne sonunda buldum. Sıhhatler olsun demekmiş bu kelimenin aslı ve doğrusu. Sağlık ve esenlik temenni ediliyormuş meğer saatler olsun derken. TDK'ya göre "Tıraş olan ve banyo yapanlara söylenen bir nezaket sözü" demekmiş. İçimden bir saatler olsun dedim bir de sıhhatler olsun dedim. Sıhhatler şeklinde telaffuz söylenişi biraz zor, saatler veya sâtler ise söylenişi daha kolay. Halkımız kolayına kaçmış. Söylene söylene halk nezdinde galatı meşhur olmuş ve kelimenin doğrusu ise garipsenir olmuş. 

Bugün çoğu kimse, kelimenin doğrusunun sıhhatler olduğunu bilmesine rağmen tıraş ve banyo olanı gördüğü zaman halk dilinde halen meşhur olarak kullanılan saatler olsun sözünü kullanmayı tercih etmektedir. Sadece sıhhatler olsun deyiminde değil, birçok kelimeyi biz kendi kolayımıza gelen şekliyle kullanmayı yeğlemiş ve yanlış üzere neredeyse ittifak ederek anlaşma yoluna gitmişiz. Başka örnek verelim. Mesela halk arasında "allem" kullanılır. Bunun aslı ve anlamı, "Allahü a'lemu" olup "Allah en iyisini bilir" demektir. "Ne görüyorsun" anlamında "nörün, nöğrün, nöğürün" deriz. Kelimeyi yerli yerince kullanmama sadece bizde değil, başka milletlerde de var. Mesela Irak'ta bulunan Samerra şehri, ilk kurulduğunda güzelliğinden dolayı "görenin hayran kaldığı şehir" anlamına gelen "sürra men raâ" nın Samerra şeklinde kullanılmasından ibarettir.

Saatler olsun, nöğrün, allem, Samerra kelimelerinde olduğu gibi kelimelerin aslını kullanmaktan ziyade telaffuzu kolay olanı  kullanmayı tercih etmişiz. Daha nice örnekler var bu şekilde. Gördüğünüz gibi kelime ve deyimleri ne hale getirmişiz. Kızıyor muyum bu kullanımlara? Asla. Mevzubahis olan konuşma dili, yazı dili değil. Mühim olan meramımız, muhatabımız tarafından anlaşılıyor mu? Önemli olan bu. Konuşma dilinde kullandığımız yanlış kullanım, yanlış anlaşılmıyorsa o doğrudur. Çünkü asıl olan anlaşmadır. Gerisi teferruattır. Ne diyelim? Tüm derdimiz bu olsun. Allah başka keder vermesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde