Ana içeriğe atla

Vah Güzel Türkçem Vah!

Bugün cuma namazını kılmak için camiye yöneldim. Girişte cama bantlanmış bir duyuru gözüme çarptı. Zaten görmemem mümkün değil. “Beni oku, zira önemli” der gibiydi. Ama yazıda bir gariplik vardı. Ayakkabılarımı ayakkabılığa koyduktan sonra okudum: "ŞEÇMEN ASKI LİSTESİ" idi başlık. Geri kalan kısmı  okumadım. Hemen telefonuma çektim. Sanırım yazım hatası sizin de dikkatinizi çekmiştir. Zira dikkatinizden kaçması mümkün değil.


Camiye girerken içimden "Vah güzel Türkçem vah! Seni ne hale getirdik biz. Zira  bizim yüzümüzden senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi" geçti. Nasıl geçmez ki? Çünkü güzelim Türkçemiz bizden çektiğini kimseden çekmemiştir.

İçinizden "Sende de amma iç varmış, ne var bunda, insan hata yapamaz mı, hangimiz hata yapmıyoruz ki? Öküzün altında buzağı arama ve abartma" dediğinizi hissetmedim sanmayın. Doğrudur, hangimiz hata yapmayız, hele Türkçemize karşı. Ama bu hata, olur böyle şeyler deyip basitçe geçiştirilecek bir hata değil. Burada hatanın da ötesine geçilip dilimize bir katliam yapılmıştır.

Yazı, mahallenin muhtarı tarafından yazılıp/yazdırılıp fotokopi edilmiş ve önemli bir duyuru olarak başta camiler olmak üzere mahallenin görünür yerlerine astırılmış. Merak ettiğim, hata mahallenin sorumluluğunu üstlenmiş muhtarın gözünden kaçtı. Bu duyuru metnini fotokopi edenin de mi gözünden kaçtı bu bariz hata? Haydi bunun da gözünden kaçtı. Hocam bunu asabilir miyiz diye camiye getirdiklerinde  yanlış, cami görevlisinin de mi dikkatini çekmedi? Cemaatten biri de mi "Yahu şu yanlışı düzeltelim" demedi? Gördüğüm kadarıyla ya herkesin gözünden kaçtı, ya olur bu kadar hata dedi, ya da benim gibi hatayı gördükten sonra "Bu aşamadan sonra kime, ne diyeceksin, zaten askı süresi bitti, duyurunun asılı kalmasının bir anlamı yok artık" mı dedi?

Türkçemize karşı yaptığımız hata keşke benim gördüğümle sınırlı kalsa. Yapılmaması gereken hataları camilerde, okullarda, resmi-özel kurumlarda, özel sektörde, gazete köşelerinde vs yığınla görebiliyoruz. Bu tür bariz hataları okumuşu da yapıyor, okumamışı da, benim gibi yarım mürekkep yalayanı da. İşin garibi bu hataları düzeltecek ve denetleyecek bir mekanizmamız da yok. Sahibi olmayan garip bir dil bizim bugün kullandığımız. Kazara "Şu kelime burada yanlış yazılmış" desen, "Bir an kendimi Türkçe dersinde sandım, dersimiz Türkçe mi" eleştirisi alıyorsun. Çünkü bize göre yazım ve imla kuralları sadece Türkçe dersinde dikkate alınır. Bir de "Benim Türkçem/Edebiyatım iyidir" cevabını verenler var. Bu tipler de yanlışını düzeltmeye kalktığın zaman burnundan kıl aldırmayan tiplerdir. Gerçi bu ülkede Türkçesi iyi olmayan yok gibidir. Kime hangi dersin iyi dersen "Benim en iyi dersim Türkçedir" der. Herkesin Türkçesinin iyi olduğu bu ülkede Türkçe yazım ve imla hataları havada uçuşuyor. Tıpkı en fazla kazayı kendisine çok güvenen ve ben iyi şoförüm diyen usta şoförler yaptığı gibi güzelim Türkçemiz de en büyük katliamı Türkçeyi çok iyi bilen bizlerden çekiyor.

Ne diyelim? Çekecek çilemiz varmış. Allah daha fazla çektirmesin. İşe, muhtarlık yapmak için adaylığa soyunan muhtar adaylarına ehli tarafından Türkçe öğrenme kursu vermekle mi başlasak acaba? Bu belgeyi alamayanlar aday olmasın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde