Ana içeriğe atla

Manisa’da 19 Gün (2)


Okul öyle bir yerde idi ki en ufak bir ihtiyacımızı karşılayacak yer yoktu, küçük bir bakkaldan başka. Zaman zaman kursla ilgili fotokopiye ihtiyaç oluyordu. Hele şükür okulda fotokopi makinesi vardı. Fotokopi çektirmeye gitti bir arkadaşımız. Olmaz cevabı almış. Parasını verelim dedik. Yine olmaz, yasak dediler. Fotokopiden de havamızı aldık. Öyle ya. Burada koskoca devletin, hizmet eden bir kurumu vardı. Mutlaka devletin resmi, soğuk yüzünü göstermeleri gerekiyordu. Fazlasıyla gördük gerçekten.

*
Yurt sıkıcı idi. Kurs da. Hokkamızı aldık. Kamıştan kalemimizi de temin ettik. 19 gün boyunca bildiğim dimdik elifi yazmayı beceremedim. Hat; sabır, estetik, dikkat, rikkat ve yetenek isteyen bir sanattı gerçekten. Bitmek bilmeyen derslerdeki sessizliği ara sıra benim sesim bozuyordu: Hocam Osmanlı'nın niçin yıkıldığını şimdi anladım deyince insanların kafalarını kaldırıp baktıklarını gördüm. Niye sorusuna: Olsa olsa bu hat sanatı yüzünden derdim. Anlık bir gülümsemenin yerini acı bir tebessüme bırakıyordu tekrar.


Teneffüs ziliyle beraber kendimizi dışarı atıyorduk bir nebze rahatlamak için. Okulun hemen yanındaki öğretmen evi çay içme yerimizdi aynı zamanda. Çayı içiyorduk ama bu işin bir de dönüşü var. Girerken zaten ayaklar geri geri gidiyor. Bir de merdivende bekleyen eğitim yönetici yardımcısı var bizi bekleyen. Hepimiz okurken girişlerde bekleyen asık suratlı müdür olur ya. İşte öyle biri. Bizimkisi laf da yetiştiriyor aynı zamanda: Nerede kaldınız, yine geç kaldınız gibi. Ağzından da ateş püskürüyordu. Sağ taraftan kalktığını hissettiğimiz bir gün yanına vardık. Önemli bir görev yapıyorsunuz, nasıl eğitim yöneticisi oldunuz, biz de istesek olabilir miyiz, dedik. “Torpilini buldunuz mu gelirsiniz. Ben de öyle geldim” dedi. Eşinden ayrıldığını da öğrendik bu arada.


Yanımızda kursiyer olan Sivaslı hocamız: “Ben bunun derdini ve çözümünü de biliyorum” dedi. Biz ”Aman hocam çöz şu işi, gel seni bununla evlendirelim. Nikahınızı da biz kıyarız.  Bütün masrafları da biz karşılayalım. Üstelik maaşı da var. Yönetim sorunu da yaşamazsın. Hiç olmazsa biz de 19 gün boyunca rahat ederiz “ dedikse de ikna edemedik mübareği.

*
Kursun yanında alışveriş yapabileceğimiz küçük bir bakkal vardı. Geldiğimiz günden itibaren sigara almak için girdim oraya.  Pek fazla girip çıkan olmazdı bizden başka. Adamla aşina olmuştuk neredeyse. Bir gün 100 lira uzatıp sigara istedim. Bozuk yok dedi. Bir paket sigara ver. Bozdurunca vereyim dedim. “Ben seni tanımıyorum” dedi.  100 lira sende kalsın bir paket sigara ver dedim. Adam yine kabul etmedi. Adamın niye küçük kaldığı da böylece belli olmuş oldu.

*
Ders bitimi rahat bir nefes almak için yatakhaneye kendimizi atıyorduk. Ama bu sefer Erzurumlu hocamız devreye giriyordu: “Haydi, hocam vakit yaklaşıyor. Abdestlerimizi alalım.” Hocam daha bir saat var. Acelemiz ne dedim. “Hocam Ulu Camiye ancak varırız. Biraz da önünde otururuz” derdi. Yine onun dediği olur, bir saat öncesinden abdestimizi alarak caminin yolunu tutardık. Hocam, sanki sen kursa değil de bizi erkenden camiye götürmek için görevli gelmişsin derdim. Sağ olsun namazlarımızı sayesinde camide cemaatle* kılıyorduk. 07/02/2016 (Devam edecek)

Not: Namazı dosdoğru kılan, cemaatsiz namaz kılmamıza engel olan ve bizi cemaate hep teşvik eden namaz aşığı, Erzurumlu hocamızı 2008 yılında Erzurum’da ziyaret ettim. Sağ olsun çağ kebabı ve tatlılarını ikram etti. Evinde misafir etti. Güler yüzünden, samimiyetinden ve takvasından bir şey kaybetmemişti. Beni sabah namazına kaldırdı. Abdesti aldıktan sonra ev ahalisiyle birlikte salona geçerek cemaatle sabah namazı kıldık. Allah sayılarını çoğaltsın." 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde