Ana içeriğe atla

Haftalık Ders Programları (4)

2001 yılında Adana merkezde bir Anadolu Lisesine nakil geldim. Okuldaki ders yüküm toplam 11 saat. Verilen ders programını elime bir aldım. Salı günü 7 saat, diğer günlerde birer saat ders verilmiş. Cuma günü biteceğim tek ders de cuma namazı saatine denk gelmiş.

Okul müdüründen imza karşılığı teslim aldığım ders programına göre derslerime girmeye başladım. Bir ara yolum programı yapan müdür başyardımcısının odasına düştü. Sayın hocam benim programım nasıl, istersen bir göz at, beğenecek misiniz bakalım dedim. Baktı. "Fıstık gibi program!" dedi. Anlaşılan sizin fıstık anlayışınızla benim fıstık anlayışım farklı dedim. Valla hocam kastım yok, program böyle çıkmış, seni severim dedi. Sayın hocam biliyorum kastınızın olmadığını. Ben de sizi sever sayarım. Kastınız olsa müdür başyardımcısı ile aram iyi değil, o yüzden programımı bozuk verdi derim. Üstelik bu programı diğer müdür yardımcısına gösterdim, ne dersin dedim. "Kasıt var" derim, dedi. Sonra program böyle yapmış olur mu? Nasıl komut verirseniz program ders programını öyle dağıtır. Haydi her şeyden geçtim. Ben cumaya nasıl gideceğim, dedim. Hocam, cumaya git dedi. İyi hocam cumaya gideyim ama zaten bir sınıfa haftada bir saat dersim var. Bu ders saatinde de cumaya gidersem bu dersi nasıl telafi edeceğim, dedim. Hocam en kısa zamanda değişiklik olursa cuma saatine ders vermeyeceğim dedi. Ders saatim az zaten. Ha cuma günümü boş bıraksan ne olur dedim. Boş gün verme prensibimiz yok dedi. Sma prensiplerinin arasında okulun Din Kültürü öğretmenine ders verme prensibin var dedim. Gülüştük.

Birkaç ay boyunca değişmeyen bu ders programına göre cuma namazına gittim. Nasıl mı? Bir önceki dersin teneffüs zili çalar çalmaz sınıfa giderek teneffüsü de alarak dersi işledim. Saat 12.00'ye kadar ders işledim. Ezanla beraber öğrencileri sınıfta bırakarak cumaya gittim. 45 dakikalık dersin en azından 30 dakikasını bu şekilde işledim.

Normal şartlarda kendi programım dışında bir başkasının ders programına bakmam. Ne moralim bozulsun ne de beni ilgilendiriyor. Ama ben öğretmenler odasında bomboş otururken bazı diğer öğretmenler geliyor okula. 4-5 saat dersine ardı arkası girip çekip gidiyor. Tüm suçum ders yükümün az olmasıydı. Ama dersi az ve okulun prensibi diye bir öğretmen de bir saatlik için okula getirtilmez. En azından salı günü yedi saat vereceğine her güne 2, bir gün de üç saat ders gelecek şekilde bir program yapılabilirdi.

Salı dışında diğer günlerde birer saat derse girdim. Bana hiçbir şey olmadı. Girip dersime, dersimi anlattım. Ne rapor ne sevk alma yoluna gittim. Kimseye ne kırıldım ne de üzüldüm. Bu benim ayıbım değildi. Gördüğünüz gibi bana bir şey olmadı, hala yaşamaktayım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde