Ana içeriğe atla

Sebze Fiyatları ve Bir Merminin Fiyatı


Market ve semt pazarlarına sebze almak için alışverişe giden vatandaş fiyatlardan dertli. Çünkü fiyatlar gerçekten yüksek. Dar gelirli insanımız mutfak masrafını karşılamak için hesap kitap yaparken birileri de sebze fiyatlarındaki uçuk kaçık rakamları ekranlarda dile getirmeye başladı.

31 Mart Mahalli İdareler seçim startını Sivas'ta yaptığı miting ile veren Sayın Erdoğan, "domates, sivri biber, patlıcan, soğan gibi sebzelerin yüksek fiyatlarını" ağızlarına dolayanlara "Suriye'de kullanılan bir merminin fiyatı ne kadar" demek suretiyle birilerinin oyununa gelmemek gerektiğini ve yükselen bu sebze fiyatlarının belediyeler aracılığıyla düşürüleceğini söyledi. 

Erdoğan yaptığı konuşmada sebze fiyatlarıyla bir merminin fiyatını kıyaslamış oldu. Kıyas, kendi içinde mantıklı. Fakat bu kıyas doğru bir kıyas mıdır? Durduğunuz yere göre bu kıyası doğru görebilirsiniz. Ben bu kıyası doğru kabul etmeyenlerdenim. Biliyorum savaş demek maliyet demektir, can pazarı demektir, bir bedel ödemek demektir. Sınırlarımızı korumak ve bu ülkede sağ-salim yaşamak istiyorsak bedel ödeyeceğiz, kaç yıldır Suriye'de bunun mücadelesini veriyoruz. Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır. Çünkü bu ülkede yaşamanın da bir bedeli vardır. Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşında, 15 Temmuz'da bedel ödedik. Namahremimize el uzatılırsa yine bedel ödemeye devam edeceğiz. Cephede olan canını ortaya koyarken vatandaş olarak bizler de gerekirse yokluk çeker, ot yeriz. Çünkü bu mücadele topyekûn bir mücadele olursa bir anlam ifade eder.

Sebze fiyatları bu bedel ödemenin neresinde? Erdoğan'ın mitingde zikrettiği domates, biber, patlıcan pahalıdır. Çünkü bunlar yaz sebzesidir. (alınmasa da olur) Fakat bu pahalılıkta enflasyonun çift hanelerde gezmesinin rolü büyüktür. Enflasyon demek aracı fırsatçılara gün doğması demektir. Hükümet bir taraftan savaş yaparken diğer taraftan da fırsatı ganimete çevirmeye çalışan paragöz fırsatçılara göz açtırmaması lazım. Piyasanın arz talebe göre oluşması için belediyelerin tanzim satış noktaları oluşturması yerinde bir karardır.

Erdoğan'ın sebze fiyatlarıyla savaşta kullanılan mermiyi kıyaslaması -size garip gelebilir ama- benim aklıma bir başka kıyası getirdi. Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için Mekke yakınlarına geldiğinde önce bir talan yaptırmış, vatandaşın develerine el koydurmuştu. Develerine el konanların arasında Abdulmuttalib'in develeri de vardı. Abdulmuttalip develerini istemeye gidince Ebrehe, "Ben de 'Kabe'yi yıkma' diye ricaya geldin sandım. Sen develerinin derdindesin." deyince Abdulmuttalip "Ben develerin sahibiyim, develerimi istiyorum. Kabe'nin sahibi vardır. O da onu koruyacaktır" cevabı verir.

Ordumuz bir taraftan savaş yaparken diğer taraftan hayat devam ediyor, vatandaş yiyip içiyor. Dervişin fikri ne ise zikri de odur misali bir tarafta can pazarı yaşanırken diğer taraftan boğaz harbi yapılmaktadır. Çünkü mutfakta yangın vardır. İkisi ile de mücadele edelim, düze çıkmak için gerekirse bedel ödeyelim ama ikisini birbirine kıyaslamayalım. Çünkü ikisinin yeri ayrıdır. Yönetim bakımından Erdoğan ülkenin halihazırdaki sahibidir. Ülkenin her şeyinden sorumludur, diyarı Dicle'de bir kurt bir koyunu kaparsa ondan da sorumludur. Çünkü yönetici olmak bunu gerektirir. Vatandaş da evin mutfağından sorumlu. Mutlaka hesap kitap yapmak zorunda.

Allah ülkemize yardım etsin. Ordumuz Suriye'de kazasız-belasız zafer elde etsin. Ekonomik darboğazdan dolayı ekonomik sıkıntı çeken dar gelirliye de yardım etsin. İnşallah en kısa zamanda bu iki savaşı da kazanırız.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde