Ana içeriğe atla

Savrulduk, Hem de Ne Savrulma! (1)

Öğrencilik ve iş hayatımda siyasetin içinde olmadım. Çok uzağında da durmadım. Zaten bu ülkede yaşayıp da siyasetten uzak durmak mümkün mü? Savunduğum, miting ve salon toplantılarına katıldığım siyasi görüşümü destekleyen partiye sandık zamanı giderek oyumu verdim. İçinde bulunduğum siyasi görüşün bir gün iktidar olmasını hem destekledim hem de savundum. Çünkü çözüm bizdeydi. Ekonomiye neşter vuracak, ehliyet ve liyakati tesis edecek, haksızlıkları giderecek bilgi ve birikim benim savunduğum siyasi görüşte vardı. Üstelik biz siyaseti ilayı kelimetullah uğruna yapıyorduk. Siyaset, demokrasi, sandık ve seçimler bizi amaca götüren birer araçtı. Erdem ve fazilet yarışıydı bizim mücadelemiz. 

Mücadelemiz için partide görev üstlenenler köy, kent, kasaba her yer dolaşırdı. Biz ise miting varsa koşar, attığımız sloganlardan sesimiz kısılırdı.  Bir konferans varsa dinlemek için saatler öncesinde yerimizi alırdık. Hangi ilde protesto ve destek  yürüyüşü varsa otobüslere binerek yürüyüşlere katılırdık.

Yaptığımız eylemlere büyük kalabalıklar katılmadı, bizi seyretti. Bunlar ne yapıyorlar diye baktı. Halkın bir kısmı teveccüh gösterse de nasılsa kazanamazlar dedi. Büyük çoğunluk bize vebalı gibi baktı bize. Devleti yönetenler ve gücü elinde bulunduranların gözünde biz "gerici, yobaz ve mürteci" idik.

Amblemi anahtar olan partim, 80 öncesinde kilit parti idi. (Evdeki çay bardaklarımızda  anahtar baskılı bardaklar eksik olmazdı) Onsuz hükümet kurulamazdı. 80 ihtilaliyle beraber tüm partiler gibi benim partim de kapatıldı. Partimin lideri ve arkadaşları 10 yıl siyasi yasaklı oldu.

Partileri kapatmak çözüm müydü? Değildi elbet. 80 sonrasında kurulan yeni partilerin yanında 80 öncesi dört eğilimi temsil eden partilerin hepsi değişik adlar altında kurularak siyaset arenamızda yeniden yerini aldı. 1987 yılında siyasi yasaklıların siyaset yasağının kaldırılıp kaldırılmaması halkoyuna sunuldu. Siyasi yasakların kalkmasını savunan muhalefet bloğu, kıl payı referandumu kazandı. “Hayır” bloğunu tek başına yürüten ANAP seçim kararı alarak ülkeyi aynı yıl erken genel seçime götürdü.

1987 yılında yapılan genel seçimde ilk defa oy kullanacak olan ben, hilalin içinde başağı olan partim barajı açsın diye bir oy bir oy diyerek Kayseri’den Konya’ya oy vermek için geldim. Oy verdikten sonra seçim sonuçlarını öğrenmek için TV karşısında sabahladım. Ama partim yüzde 7 oy alarak baraj altı kalmıştı. Üzülmedim mi? Üzüldüm elbet. Çünkü partim barajı aşmalıydı. Çünkü Türkiye’nin bu zihniyete ihtiyacı vardı.

1989 yılında yapılan mahalli genel seçimlerde başak, 1984 yılında kazandığı Van ve Şanlıurfa belediye başkanlıklarının üzerine Konya, Sivas ve Kahramanmaraş’ı da ekledi. İşte bu beş belediye, partiyi tanıtmada yüz akı oldu. Oturduk, kalktık bu beş belediyenin diğer belediyelere göre başarısını anlattık durduk. (Devam edecek)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde