Ana içeriğe atla

Haftalık Ders Programları (7)

2,5 yıl önce idareciliği bıraktıktan sonra adıma yapılan son haftalık ders programı önce moralimi biraz bozdu. Çünkü penceresi bol bir programdı bana layık görülen. Alacağı olsun ve canı sağ olsun bu programı bana uygun gören yardımcımızın. Kendisine elimden çekeceğin var, zira seni yazı konusu edineceğim, bunu sen istedin dedim, gülüştük. Onunki keyiften benimki derttendi gayri.

Sonra ders programına bir göz daha attım.  Hayret ki hayret! Nasıl da görememişim. Zira program tamamen bir sanat eseriydi.  Usta, ilmek ilmek sanatını işlemişti benim üzerimde. Çünkü programda bir insicam vardı. Kendi kendime nasıl da göremedim bu inceliği dedim. Tabi sanattan anlamazsam olacağı bu idi. Hal böyle olunca sanatkarın bana özel hazırladığı ders programındaki inceliği de görmem mümkün olamazdı. Bunun için hem görecek göz hem de sanattan anlayan bir seyir zevki olacaktı. Vermeyince Mabut, ne yapsın bizimki. Güya bu yazıyı onu eleştirmek için kaleme almaya karar vermiştim. Ne edersiniz ki ona olan kızgınlığım takdire dönüşüverdi hemen. Programım göründüğü kadar kötü değilmiş dedim. Tıpkı onun da göründüğü kadar kötü olmadığı gibi.

Nedir bu sana özel ustalığın konuşturulduğu ders programı derseniz, anlatayım efendim. Bizim genç yardımcı dede olmuş, mesleğini uzatmalara oynayan bana acımış, bir evladın babasına gösterdiği saygıyı göstermiş. Halden anlayan başka! 

Çatlatma adamı, ağzında geveleyip durma dediğinizi duyar gibiyim. Az sabredin mubarekler! Dokuz ay nasıl durdunuz. Bir program öyle haydi deyince birden hazırlanır mı? Biz evde sıcak odamızda tatilimizi yaparken o garip, tatil günü okulda kendini program yapmaya verdi. Emeğe saygı lütfen!

Efendim! Gelecek vadeden bu genç yardımcı "Bu adam yaşlı, arka arkaya boşluk olmadan ders versem bünyesi kaldırmaz. En iyisi iki ders vereyim, bir oturtayım, dinlensin demiş olmalı ki iki saat derse girdikten sonra bir pencere vererek beni öğretmenler odasında kızağa çekmiş.  Bir kendi verdiği pencere bir de öğretmenler odasındaki havalansın diye açılan pencere arasında oturup hava alsın demiş. (İki pencere arasında cereyana kapılıp hastalanmak da var. Ama neyse) İşin garibi  bu, bir gün değil, iki gün değil, her gün böyle ve tüm pencereler birbirine paralel şekilde dizilmiş. Yani bir insicam, bir düzen ve bir ahenk var. Üzerinde çalışılmış ve emek verilmiş, belli. Bir an için düşünelim, iki ders, bir boş vermese bu yaşta bu vücut bu sıkleti çekecek mi? Arka arkaya derse girsem sandalyeye oturmaya çalışacağım. Bu da hiç etik olmaz. Çünkü o sandalye o sınıfa ben oturayım diye konmadı. Yani anlayacağınız ben üçüncü saat hep öğretmenler odasındayım. İki saat girdikten sonra dersim hangi sınıfa diye düşünüp ders programına bakma gereksinimi duymuyorum. Bunun bir diğer faydası daha var. Onu da düşünmüş kara yağız delikanlı. Malumunuz öğretmenlerden biri her gün ikinci saatin bitiminde açlığı bastırsın, herkes atıştırsın diye nevale getiriyor. Sofrayı bekleyen biri olarak ben de nemalanacağım tabi bahtımıza çıkandan. Yiyeceğim ama bu yaşta dişler çiğnemede zorlanıyor. Yemeden olmaz. Üstelik daha fazla yemeliyim. Çünkü branşım(kendi adıma söylüyorum) yemeye müsait. Öyle atıştırmalık olmaz, doyumluk olmalı benimki. Durum böyle olunca 10 dakikalık teneffüste ne kadar yiyebilirim? İşte tüm bunları benim adıma düşünen müdür yardımcısı bir istikrar abidesi olarak hep üçüncü saatlerimi boşaltmış ki diğerleri derse giderken ben rahatça yiyeyim, silip süpüreyim, sünnetleyeyim istemiş. Tabi kalırsa bir şeyler.

Öyle bir anlatıyorsun ki bu müdür yardımcısının hiç kusuru yok mu derseniz, buna kusur demeyelim -nazarlık olsun- var elbet. Sadece cuma günü boş pencereyi 5.saate koymuş. Sanırım nazar değmesinler diye böyle yapmış olmalı. Yok bu bir kusur derseniz, kusur ondan ziyade ilk iki saatimin cuma saatinden dolayı boşaltılmasındandır. Yani burada da bir plan var.

Şimdi programın bunca faydasından sonra bir endişemi de burada dile getireyim. Diyelim ki üçüncü saatler hep öğretmenler odasında oturdum. Bir müddet sonra  oturmaktan sıkılmaya başlayınca ne yapacağım? Şimdiden bunu kara kara düşünmeye başladım. En iyisi böyle durumlarda programın yapımcısının yanına giderek onun kafasını ütülemek.

Benim bu programdan çıkardığım hikmetler bunlar. Acaba yapımcının maksadını anlayabilmiş miyim? Yoksa yapımcı "Ben bunu okulda ne kadar oyalarsam kar. Çünkü gidip evde eşiyle kavga edecek" diye düşünmüş olabilir mi? Neyse adanın daha fazla niyetini okumayayım?

Allah hayrını versin onun da, benim de, sizin de.

Not: VİP olan bazılarının bir günü yatay boşaltılmış, benimki ise dikey. Görüldüğü gibi aramızda pek fark yok. Herkese yanlamasına bir gün boşaltılsa program yapılamaz. Bazılarınınki de bende olduğu gibi dikey olmalı ki düzgün bir program çıksın ortaya. Yatay programa sahip olanlara çorbada tuz misali bir katkım olmuşsa ne mutlu bana!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde