Ana içeriğe atla

Hali Pürmelalimiz Niçin Böyle? *


Toplum olarak birbirimize suç isnat etmede hiç üstümüze yoktur. En iyi yaptığımız, bir alanda ne kadar eksiklik ve kötülük varsa tüm suçu bir kesimin üzerine yıkmaktır. Böyle yapmakla gerçeği çözme gibi bir niyetimizin olmadığı aşikârdır. Kastımız, topu taca atarak kendimizi temize çıkarmaktır. 

Aslında bir toplum bozulmuşsa toplumun tüm bireylerinin payı vardır bunda. Yine bir toplum düzelmişse toplumun tüm bireylerinin hakeza payı vardır. Dejenere olmuş bir toplumda kimse temiz kalamaz. Örnek vermek istersek, eğitim ve öğretimdeki tüm aksaklıkların faturası öğretmenlere çıkarılır. Yine okullardaki veya toplumdaki ahlaki çöküntü ve ahlaki bozukluğun müsebbibi olarak imamlar ve ilahiyatçılar görülür, "Efendim! Bunlar görevini yapmıyor" denir. Bu konuda ben ne dersem boş! En iyisi meramımı anlatacak şu masaldır. Okuyup kendimize pay çıkaralım: 

"Vakti zamanında padişahın biri, ülkenin ileri gelen kâhinlerini çağırmış. Demiş ki, “ben rüyamı kaybettim. Onu bulun. Yoksa hepinizin kellesini alırım.”

Kâhinler korkmuş, bunun imkânsız olduğunu anlatmaya çalışmışlar ama padişah ikna olmamış.

Şehirde bir şeyh varmış. Çevresi onun ‘evliya’ olduğuna inanırmış. Kâhinler kapısını çalmış. “Hazret, padişahımızın bir buyruğu var. Rüya görüyormuş ama rüyasını kaybetmiş. Eğer onu bulmazsak hepimizin kellesi gidecek. Bize yardım et de rüyayı bulalım” demişler.

Şeyh demiş ki, “Ben bu işlerle uğraşmıyorum. Derdinize çare bulamam.” Kâhinler ağlamış, yalvarmış. Bunun üzerine şeyh kabul etmiş. Ormanda bir mağaraya çekilmiş. Dua etmiş, tefekkür etmiş, Allah’tan yardım istemiş.

İki gün sonra mağaraya bir yılan gelmiş. Şeyhe demiş ki, “Allah dualarına icabet etti, beni sana gönderdi. Padişaha git de ki, rüyasında kurt gördü. Kurt dünya malına tamah etmektir, bozulmaya delalet eder. Ülkenizdeki halk bozulmuş. Padişah vergileri iki katına çıkarsın. Sana da 40 altın verecek. Onun yarısı senin, yarısı benim. Tamam mı?” Şeyh tamam demiş söz vermiş.

Şeyh hemen yola koyulmuş padişahın huzuruna çıkmış: “Padişahım rüyanızda kurt gördünüz. Kurt aç gözlülüktür. Halkınız bozulmuş, vergileri iki katına çıkartın ki, halk aç gözlülüğün bedelini ödesin” demiş.

Padişah, “Doğru ben rüyamda kurt görmüştüm, demek anlamı buymuş. Vergileri iki katına çıkartın, bu şeyhe de 40 altın verin” demiş.

Şeyh altınları almış evine gitmiş. Düşünmüş, bu yılan altını ne yapacak? Gerek yok yarısını vermeye. Yılanın yanına gitmemiş.

Bir süre sonra padişah yine rüyasını kaybetmiş, şeyhi çağırtmış. Şeyh gelen kâhinlere, “Yahu o bir kere olur, artık yapamam” demiş. “Gelmezsen padişah buyruğuna karşı gelmiş olursun. Cezasını çekersin” demişler. Mecbur kabul etmiş.

Şeyh utana sıkıla mağaraya gitmiş. Beş gün yalvarmış, yakarmış. Aynı yılan yine gelmiş: “Derdini anladık. Padişaha de ki, rüyasında tilki gördü. Bu halkın kurnazlığa ve üçkâğıtçılığa meylettiğini gösterir. Vergileri en üst seviyeye çıkarsın ki bedelini ödesinler. Sana da iki kese altın verecek biri senin, biri benim. Söz mü?” Şeyh yeminler edip söz vermiş.

Padişaha aynı şekilde anlatmış. Padişah, “Evet doğru ben tilki görmüştüm. Demek anlamı buymuş. Vergileri en üst düzeye çıkartın, şeyhe de iki kese altın verin” demiş.

Şeyh altınlarla birlikte yılanın yanına giderken, “Yav yılan bu, altını yiyemez ki, en iyisi vermeyeyim” demiş ve evine gitmiş.

Bir vakit sonra padişah yine ferman buyurmuş. Şeyh bu kez korkudan itiraz etmemiş. Utana, sıkıla yılanın mağarasına gitmiş. Mahcup bir edayla yalvarmış, yakarmış. On gün sonra aynı yılan çıkagelmiş.

Sakin sakin yine anlatmış: “Padişaha de ki, rüyasında kuzu gördü. Bu halkın düzeldiğine delalet eder. Kuzu gibi olan halkın vergilerini en alt düzeye indirsin. Hazinesi altınla dolmuş. Sana iki katır yükü altın verecek. Biri senin, biri benim. Söz mü?” Şeyh yeminler etmiş ve söz vermiş. Padişahın huzuruna çıkmış.

Padişah şeyhe, “Gerçekten kuzu görmüştüm, demek anlamı buymuş. Halkımın vergilerini en alt düzeye indirin. Şeyhe de iki katır yükü altın verin” demiş.

Şeyh, evine gitmeden doğru yılanın mağarasına gitmiş.

“Yılan efendi, sana mahcubum. Daha önce verdiğim sözleri tutmadım. Şimdi bu altınların hepsi senin olsun. Ama bana niye hiç kızmadın onu anlamadım” demiş.

Yılan, “Şeyh Efendi, ben bir yılanım. Ne yapacağım altını? Seni denedim. Şunu anladım, bir ülkede toplumun ahlakı bozulmuşsa, şeyhi de bozuk oluyor. Toplum düzgün olunca, şeyhi de düzeliyor.”


Kıssadan hisseyi de siz çıkartın." (01/02/2019 Kemal Öztürk Yenişafak)

*11/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde