Bir cuma günüydü. Akşamı ise mübarek bir gece. Herkes geceyi bir şekilde değerlendirirken biz ekran başında TİF işlemlerini girerek sabahladık. Sabaha doğru öğretmen evi müdürü sabah namazını kıldıktan sonra çorba içmeye gidelim dedi. Hem uykusuz hem de açız doğru. Ama sabah sabah daha gün ağarmadan ne çorbası içeceğiz? Sonra açık lokanta olur mu? Ayrıca lokanta sahibi "Sabah sabah burnunuz mu düştü" demez mi? Haydi adam esnaf, müşteri gelince hoşuna gider, bizi lokantaya giderken gören ne der? Adamlar deli dese haklılar dedim. Gidince görürsün, oturacak yer bulabilirsen şükret dedi.
Yorgun argın, üstelik gözümüzden uyku akıyor ve açız. Yanımızda öğretmen evi müdür yardımcısı da var. Çıktık yola. Kapu Camiinin orada bir yere götürdüler beni. İçeri utana sıkıla girdim. Gerçekten lokanta doluydu. Ailecek gelenler bile vardı sabahın köründe. Konya'da bizim gibi deli sayısı epey varmış dedim. Gülüştük.
Garson bizi bir yere oturttu. Ne alırdınız dedi. Epey bir çorba ismi saydı. Çoğunu o güne kadar tatmsmış, bir kısmının adını ise ilk defa duyuyordum. Benim bildiğim ve içtiğim çorbalar yayla, mercimek, ezo gelin gibi klasik çorbalardı. Arkadaşlar bana baktı. Ne yerseniz, bana da o dedim. Kelle paça yiyeceğiz dediler. Nasıl bir şeyse ben de istiyorum aynısından dedim. Bir çorba hem de adı kelle paça olan bir çorba bu kadar mı güzel, bu kadar mı lezzetli olurdu. Tıka basa yedik.
Sonrasında yine kelle paça içmek için bir arkadaş grubuyla beraber pazar günleri sabah namazında Kapu Camiinde buluştuk.
*
Adı kelle paça olsa da paçayı bilmem ama kelle dedikleri hayvanın başı olmalı dedim. Oymuş birkaç yıldır kestiğimiz kurbanın kellesini yüzüp temizlemeye başladım. Kesim yerine bırakmıyorum. Biraz uğraştırıyor ama değiyor.
*
Yorgun argın, üstelik gözümüzden uyku akıyor ve açız. Yanımızda öğretmen evi müdür yardımcısı da var. Çıktık yola. Kapu Camiinin orada bir yere götürdüler beni. İçeri utana sıkıla girdim. Gerçekten lokanta doluydu. Ailecek gelenler bile vardı sabahın köründe. Konya'da bizim gibi deli sayısı epey varmış dedim. Gülüştük.
Garson bizi bir yere oturttu. Ne alırdınız dedi. Epey bir çorba ismi saydı. Çoğunu o güne kadar tatmsmış, bir kısmının adını ise ilk defa duyuyordum. Benim bildiğim ve içtiğim çorbalar yayla, mercimek, ezo gelin gibi klasik çorbalardı. Arkadaşlar bana baktı. Ne yerseniz, bana da o dedim. Kelle paça yiyeceğiz dediler. Nasıl bir şeyse ben de istiyorum aynısından dedim. Bir çorba hem de adı kelle paça olan bir çorba bu kadar mı güzel, bu kadar mı lezzetli olurdu. Tıka basa yedik.
Sonrasında yine kelle paça içmek için bir arkadaş grubuyla beraber pazar günleri sabah namazında Kapu Camiinde buluştuk.
*
Adı kelle paça olsa da paçayı bilmem ama kelle dedikleri hayvanın başı olmalı dedim. Oymuş birkaç yıldır kestiğimiz kurbanın kellesini yüzüp temizlemeye başladım. Kesim yerine bırakmıyorum. Biraz uğraştırıyor ama değiyor.
*
İçişleri bakanı çarşıya çıkarken dönüşte kelle paça, biraz da kuyruk yağı al gel dedi, Emir demiri keser misali girdim bu işi satan esnafa. Kelle yok mu dedim "yok" dedi. Paça hangisi dedim. Şu dedi. Gördüğüm hayvanın ayağı idi. Yani kurban kestiğimizde kediler, köpekler yesin diye kenara bıraktığımız ayakların ta kendisiydi. Doğrusu paça deyince ayağın biraz üstü olmalı diye düşünüyordum. Ayak ve diz ağrılarına iyi gelen paça bu mu dedim. Evet dedi. İyi, ver şuradan bir kilo dedim. Bu, kilo ile verilmez, tane hesabı dedi. Kaça tanesi dedim. 2.5 lira dedi. Kaç tane almalıyım diye düşünürken yanındaki arkadaş, şimdilik dört tane al dedi. Baktım yanında işkembe de var. Bir kilo da bundan ver dedim. Evimin yolunu tuttum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder