Ana içeriğe atla

Kelle Paça (3)

Yolda giderken aldığım dört paça ve bir kilo işkembeyi düşündüm. Girdiğim dükkanda sakatatın her çeşidi vardı. Hayvanın kemiğini bile satıyor. 

Sakatatı sevmeyenler var, ölümüne sevenler var aramızda. Burun kaçıranlar yüzünden sevenlerin birkısmı sevdiğini söyleyemediği gibi yediğini de söyleyemiyor.

Sakatat dükkanında satılanları tekrar gözümün önüne getiriyorum. Kurban keserken kimsenin yüzüne bakmadığı, ulu orta atıldığı nimetler. Öyle ya, hayvanın kemiklerini de atıyoruz işkembesini de, yağını da, kellesini de. Ortaklardan bir iki kişi bizim evde yiyen yok, alacak olan alsın dediğinde ortakların ayıplar düşüncesiyle kimse yanaşmıyor. Madem senin evde yenmiyor, bizim evde hiç yenmez havası veriliyor. Olan da nimetlerin çöpe gitmesine oluyor. Sakatatı seven, lokanta lokanta dolaşıp çorbasını içenler de "Kim temizleyecek, meşakkatli bunların temizlenmesi" diyerek almaya yanaşmaz.

Hasılı kim temizleyecek diye kesim yerinde burun kıvırarak bıraktığımız nimetleri birileri sektörü haline getirip satıyor. Attığımız kemiklerin kilosu bile 10 lira. Kesim yerinden "Aman sakatat getirme, uğraşamam" diyen evin hanımları ayağa, dize iyi geliyormuş diyerek kesim yerinde bedava bıraktıklarımızı para vererek aldırmaya gönderiyor bizleri. Parası önemli değil ama para vererek alıp geldiklerimiz daha çok hoşa gidiyor ve lezzetli oluyor. 

Evin hanımından, erkeğine varıncaya kadar hazır yiyiciyiz. İllaki armut pişecek, ağzımıza düşecek. Dönüp bakmadığınız işkembeyi, paçayı birileri temizleyecek, biz onları alacağız, eve getirip kısık ateşte pişireceğiz.

Küçüklüğümde babalar kurbanı kesip parçalarken anneler de işkembeyi bir kenara çektirip içini temizlerler, kurbanın neredeyse hiçbir parçası boşa gitmezdi. Belki de yokluktu onlara o gün işkembeyi temizleten, belki de nimet atılmaz düşüncesiydi. Annelerimizin geçmişte tiksinmeden ve üşenmeden kelle paça ütmeleri, karın temizlemeleri belki de nimete şükür idi. Belki de geçmişin bereketi buydu. Bugün, dün burun kıvırarak yüzüne bakmayıp attıklarımıza para veriyoruz.

Garip değil mi bu? Bence nimetleri atarak nankörlük yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Bugün dize, ayağa, menisküs ağrısına iyi geliyormuş diye aldığımız sakatat bizden hıncını alıyor olmasın. Çünkü günümüzde ayak, diz ağrıları iyice arttı. Sanki sakatat "Siz misiniz benden tiksinen? Çekin benim gibi bir nimetten tiksinmenin ceremesini! Tedaviniz yine benden diyor gibi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde