Ana içeriğe atla

Bu Çocuk Kazanır

Geçen yıl dersine girdiğim 8.sınıf bir öğrenci vardı. Okulumuza bir başka okuldan gelmiş sorunlu bir öğrenciydi. Geldiği okulda çıkardığı sorunlar yüzünden  İlçe disiplin kurulu okul değiştirme cezası vermiş. Ne sınıfla iyi geçinir ne de derste gözü olan biriydi. Teneffüsten sonra dersine gireceğimde kapının önünde beni bekler, öğretmenim tuvalete gidebilir miyim derdi. Bazen izin verir, bazen de niye teneffüste gitmedin der, yerine geçmesini söylerdim.

Önünde defter ve kitabı olmayan, zaman zaman vurup kafayı uyuyan bu öğrenci, sınıfta çatmadığı öğrenci kalmamıştı. Kısa boylu, zayıf, cılız olan bu öğrenci, bütün suçları işleme potansiyeline sahipti. Gücüne kuvvetine bakmadan her an için birine şiddet uygulama riskini barındırıyordu.

Bir gün ders işlerken en arkada oturan bu öğrenci, ön tarafta oturan iri yarı bir öğrenciyi ayağını sallamasından dolayı el-kol işaretiyle birkaç defa uyarmış. Haberim olduğunda sana ne zararı var, bırak sallasın dedim. Az sonra ayağa kalkmasıyla birlikte sınıf arkadaşına "Sallama dedim sana! Ne sallayıp duruyorsun" diye bağırdı. Ayak sallamaya karşı tiki varmış bizim öğrencinin. Ortamı sakinleştirdikten sonra kabadayı öğrenciyi koridora çıkarıp yarı kızma, yarı nasihat ederek yerine oturttum. Bu işi büyütürsen elimden çekeceğin var dedim, kaldığım yerden dersime devam ettim.

Teneffüste ilgili müdür yardımcısına giderek bu çocuk, sorun çıkardı çıkaracak. Ailesini çağırıp bir görüşseniz dedim. Beni yarım ağız dinleyen müdür yardımcısı "Ben ne yapayım" dedi. Hiçbir şey yapma, oturmaya devam et dedim ve odasından ayrıldım. Aslında yardımcı doğru söylüyor. Elinde yapabileceği bir şey yok. Çaresiz bu öğrenci bu okuldan mezun edilecek.
                                
Nihayet hal ve hareketiyle "Ben okumayacağım" diye bize kendini gösteren öğrenci, hedefi olan diğer öğrencilerle birlikte okulumuzda 8.sınıfı bitirdi.

Öğrenci gitti, yerine yeni öğrenciler geldi. Biz yine gelenlerle derslerimize girip çıkmaya devam ediyoruz. Akşam ders bitti. Okulun dışında beklerken mobilyet ile biri geldi. Mobilyeti stop ettirerek üzerinden indi. Hızlı bir şekilde yanıma geldi. "Ramazan Hocam! Nasılsın" diyerek önümde eğildi ve elimi öpmeye yeltendi. Baktım bizim geçen yılki haşarı öğrenci. Hoş geldin, nasılsın, hangi okula devam ediyorsun dedim. (Okuyacak. Çünkü temel eğitim 12 yıl. Daha önünde bitirmesi gereken 4 yıl var.) "Ben okumuyorum, okulu bıraktım, kaportacıda çalışıyorum" dedi. Aferin sana! En iyisini yapmışsın. Böylece bir mesleğin olacak. Şimdiden ailene katkıda bulunuyorsun. Mesleğini iyi öğren, ileride kendi işyerini açarsın. Bu arada açık liseye kaydını yaptır, bir taraftan da okulunu bitirmeye bak, dedim. Tamam hocam dedi, öpmek için elime davrandı. Teşekkür ederim diyerek tokalaştık.

Bahsettiğim çocuk gibi olanı okullarda o kadar çok ki hepsi okulların altını üstüne getirerek okullara devam ediyor. Bunlar düşe kalka liseyi bitirecek. Sonunda hiçbir meslek öğrenememiş bir şekilde işsiz ve avare olarak toplumun içine dağılacaklar. Diğer okuyan öğrencilerden milyonlarcası üniversite kapısında bekleyecek. Bir daha bir daha sınava girecekler. Pek çoğu, sonu olmayan ve istihdam imkanı olmayan üniversitenin bölümlerinde 24-25 yaşına kadar okuyacaklar. Okullarını bitirince okumuş işsiz olarak toplumdaki yerlerini alacaklar. Her yıl bir işe girebilmek amacıyla KPSS sınavlarına katılacaklar. Sonuç, çoğu bir iş bulamayacak ve "Keşke okumasaydım" pişmanlığını duyacaklar. Ortaokuldan sonra okumayıp küçük yaşta kaportacıya giderek çiçeği burnunda çırak olan çocuk ise içlerinde belki de en huzurlusu. Çünkü belki de geleceğini kurtaran ender kişilerden olacak.

Yorumlar

  1. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkması hiç iyi olmadı. Hem bu öğrenci diğerlerine kötü örnek oluyor. Hem de senin de dedin gibi okumuş işsizler zümresine ortak oluyor. Keşke bunları devlet büyüklerimiz de görseler ve bilseler. Belki o zaman böyle bir yanlıştan dönerler. Ağaç yaş ijen eğiliyor. O yailarda hiç olmazsa bir meslek sahibi olurlar da vatana ve millete hizmet ederler.

    YanıtlaSil
  2. Anlattığım öğrenci bereket kaportacı olmaya karar vermiş ve kendisini kurtaracak. Esas üzülmemiz gereken kesim okuyan kesim. Çünkü çoğunun bir mesleği bile olmayacak. 12 yıllık zorunlu eğitimden vazgeçilir ama kaç nesil daha bu şekilde heba olacak.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde