Ana içeriğe atla

Manisa’da 19 Gün (5)


Şimdi siz; çayın, kahvaltının lafı mı olur derseniz. Valla ben 19 gün sabrettim. Eğer siz bir hafta sabredin. Sizi sırtımda taşımaya razıyım.  Madem ikna olmadınız. Onu anlatmaya devam edeyim.


Kursun ilk günlerinde bize “Hocam bana eşlik edin ben biraz para bozduracağım. Kuyumculara gidelim” dedi. Ardına biz 7 kişiyi taktı. Manisa’daki tüm kuyumcuları dolaştık. Her birine giriyor: “Mark’ı kaçtan alırsınız” diye soruyor. Birinden diğerine girdi, çıktı. Biz de kapının önünde onu bekledik. Sonunda dayanamayıp sordum. “Hocam kaç para bozduracaksın” diye.  “20 mark hocam” deyince grubumuz afalladı. Neredeyse görmediğim ve ne olduğunu bilmediğim küçük dilimizi yutacaktık. Sonunda karar verip en yüksek verene bozdurdu.


Kardeşimizi tanımaya devam edelim. Kursun bitmesine birkaç gün kala koliyle bir şey getirdi. Bu ne hocam dedim. “Hocam konserve şişesi aldım. Bizim memlekette pahalı bunlar. Ben burada daha ucuz buldum” dedi.  Buyurun güler misiniz? Ağlar mısınız? Size tavsiyem başka memlekete gitmeden önce kendi memleketinizde konserve şişe fiyatlarının kaç para olduğunu öğrenin ki gittiğiniz yerdeki konserve şişe fiyatlarını mukayese etme imkanınız olsun.


Kursun bitmesine son iki gün kala baktım elinde bir biletle geldi. “Hocam bu ne” dedik. Memlekete trenle gideceğim onun bileti” dedi. Hani hocam buradan İzmir’e gidip oradan otobüslerle memleketimize gidecektik diye konuşmuştuk” dedim. “Hocam otobüsler pahalı. Ben posta treniyle gideceğim” dedi.

*
İnsanın ayıpladığı başa gelir mi? Gelir. Sakın ola ki gülmeyin.  Dedim ki tasarrufsa tasarruf! Benim neyim eksik. Ben de trenle gideyim dedim ve trenden bilet aldım.  Hem ucuz, hem ekonomik hem de hesaplı idi. Mübarek ucuz etin yahnisi gibiydi yani.

*
Manisa Alaşehir’de trenimiz durdu. İçeriye çekirdeksiz yaş üzüm satmak için geldiler. Fiyatına 2 lira dediler.  Burası bu üzümün memleketi. Burada 2 lira ise Konya’da ne kadardır demeye kalmadan, ver iki kilo dedim. 19 günlük bir gurbetten sonra memlekete de bir hediye olurdu.

Efendim dolaşmadığım şehir, görmediğim ilçe kalmadı neredeyse. Geçtiğim tünellerin sayısını hatırlamıyorum bile. Kaçta binip ne kadar süre gittiğimi de unuttum.  Nihayet  akşam 21.00 gibi Afyon Karahisar’a geldi tren.  Konya’ya devam edecekler insin. Onlar aktarma olacaklar dendi. Hemen indim, soluğu gişede aldım. Tren beni bekliyor olmalıydı. Konya treni hangisi diye sorma gafletinde bulundum. “Ne treni? Konya treni saat gece 00.00’da gelir” dedi. Aktarma dedikleri bu mu dedim. Ya ne sandıydın? Bu işte dedi.


Ne yapmalıydım. Daha var 12.00’ye 3 saat. Valizi sırtıma aldım. Otogarın yolunu  tuttum. Otogara doğru gecenin karanlığında yürümeye başladım. Yürümek ne mümkün efendim! Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yollar suyla dolu. Yürünmez. Dolmuşa da binmedim. Belki de dolmuş yoktu. Ya da  hedef, prensip sahibi arkadaşın yolundan gitmekti belki de.  Hemen valizimdeki terlikleri giydim. Paçaları iyice sığadım. Yola revan oldum. Yarım saat yürüdükten sonra otogara vardım. Aradığım saatte bilet yoktu. Sadece trenin kalkmasına yakın bir saatte bir firmanın otobüsü vardı. Fiyatını sordum. Neredeyse İzmir’den kalkış bilet fiyatını söyledi. En iyisi girdik bir yola. Çileyse çile, işkenceyse işkence dedim. Beğenmediğim kara trenle seyahat için geldiğim yoldan tekrar geri döndüm. İstasyonda treni beklemeye koyuldum. Nice sonra tren geldi. Gecikmeli demiyorum. Çünkü bu malumun ilanı demektir. Kara tren demek; gecikir, belki de gelmezdi. Ben geldiğine şükredeyim. Trenin içine bindim. Tren kabin kabindi. İçerisinde yolcular vardı. Birkaç kabine baka baka ilerledim. Sonra oturabilir miyim nezaketinde bulundum. Kime sorduysam oturacak yer olmasına rağmen dolu dediler.

Trenin içini birkaç defa turladım. Bu arada tren hareket etti. Ben hala sırtımda valiz, turluyorum.  Sonunda cesaretimi toplayıp kabinin birine daldım ve oturdum izin almadan. O da ne? Oh be dünya varmış. Kimse bir şey demedi. Demek ki bu kabindekilerin tapulu malı değilmiş tren. Diğerleri nedense parsellenmişti. Aslında suç benim olmasına benim. Nazikçe oturabilir miyim dememem gerekiyormuş. Yine anladım suçumu ama yine geç anladım her zamanki gibi. 07/02/2016 (Devam edecek)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde