Ana içeriğe atla

Meclisin Boğaz Harbi ***

TBMM başkanı iken taşı toprağı altın kabul edilen İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığına aday olan Son Başbakan Sayın Binali Yıldırım, yaptığı bir açıklamada TBMM lokantasında 550 çeşitten fazla yemeğin olduğunu, bu kadar yemek çeşidinin kaliteyi düşürdüğünü, azaltılması gerektiğini söylemiş. Böylece Meclisimizde ne kadar yemek çeşidinin olduğunu öğrenmiş olduk. 
Öğrenmenin yaşı olmazmış. Gözümle görüp tatmasam da en azından 550'den fazla yemeğin olduğu bilgisine bu vesileyle ulaşmış oldum. Bilgi bilgidir. Nasıl ki zenginin parası züğürdün ağzını yoruyorsa görmesem de, tatmasam da bu kadar yemek iştahımı kabartacak. Bir düşüncedir aldı beni şimdiden. Kör talihime kızmaya başladım. Ufukta bir milletvekili seçimi de yok ki oraya kapağı atmak için şansımı deneyeyim. Daha önce bu kadar yemeğin olduğunu bilmiş olsaydım bu yolu her seçimde denerdim. Vekil olmak için uğraşıp didinenlerin bir bildikleri varmış demek ki. Ama bunu bana bugüne kadar seçilip gidenler hiç söylemedi. Hep hizmet dediler bana. Nedense seçilen bir daha bir daha seçilmek için uğraştı, oradan çıkmamak için varını yoğunu ortaya koydu. Seçilemeyeler ise tekrar tekrar denedi. Sakın tüm bu uğraş Meclisteki bu yemekler için olmasın. Bir gün bahtım açılır da Allah yürü ya kulum derse ben vekil maaşı falan istemem. Nasılsa orada cennet misali her türlü yemek varmış. Yediğim önümde, yemediğim arkamda kalırdı. Can boğazdan gelir deyip yedikçe yerdim.
Yaşım elli beş. Yokluk içerisinden geldim bugüne. Bugünden düne geçirdiğim yarım asrı deviren geçmişimi daha doğrusu yediğim, içtiğimi gözümün önüne getirdim. Ne kadar çeşidini yesem de bir elin parmaklarını geçmemiş yediğim içtiğim. Bıkmadan usanmadan birkaç çeşit yemek çeşidini yiyip içerek ömrümü geçirmişim. Kendime değil de midem adına üzüldüm doğrusu. Benim bahtsızlığım yüzünden midem de bayram edemedi hiç. Evet Allah'ın bize verdiği nimetler say say bitmez, bunu biliyorum ama yediğimi, yemediğimi saysam herhalde 50 çeşidi geçmez bildiğim yemek çeşidi. Kazara Meclise gitsem garson yanıma gelip "Efendim! Ne alırdınız" dese herhalde "şundan" derdim. Çünkü bu kadar yemeğin adını bilmeme imkan yok. Belki de yemek çeşitlerini bilmediğim için Meclisin kapısı açılmadı bana bugüne. Doğru ya! Yemek kültürü olmayan bir cahilin ne işi vardı o yüce Mecliste?
Geç de olsa öğrendiğim bu kadar yemek çeşidinden sonra iştahım kabarmıştı ki Meclis başkanlığına veda etmeye hazırlanan Başkan, maalesef iştahımı kursağımda bıraktı. Azaltacakmış yemek çeşidini. Ölür müsün öldürür müsün? Tam layığımı bulacağım derken yemek çeşidini azaltmak da neyin nesi? Ben de Binali Beyi yeniliklere açık biri sanırdım. Yemek çeşidini en azından 600'e çıkartmak için kafa yoracağı yerde indirecekmiş. Niçin 600 derseniz? Efendim malumunuz Meclisin vekil sayısı bu dönem 600'e çıktı. Her vekil için bir yemek çeşidi bence çok iyi olurdu. Hatta her bir yemeğe her bir vekilin ismi verilebilirdi. Birbirlerinin yemeğini yiyerek vekiller arasında bir uhuvvet meydana gelebilirdi. Meclis kürsüsünde ve dışarıda birbirlerini yemek için uğraşacaklarına isimleriyle müsemma yemeklerden yiyerek hem karınlarını doyurmuş hem de göründüğü kadar kötü değilmiş, lezzetiymiş, en azından kendi kötü ama Allah var, yemeği güzelmiş derlerdi. Hatta hınçlarını, kavga etmeden birbirlerinin yemeklerinden yiyerek  çıkarabilirlerdi.
Merak ettiğim, Binali Başkanın 550 çeşit yemeğe niçin taktığı? Çokluktan ne zarar gelmiştir bugüne? Yokluktan değil mi bizim hep çektiğimiz! Yemek çeşidinde Binali Bey'in görmediği bir incelik var. Neden 550? Çünkü daha önce Meclisin vekil sayısı 550 idi. Vekil sayısınca bir yemek çeşidi yani. Zamanında kim düşündüyse iyi düşünmüş. Binali'ye de bu aşamada düşen,  giderayak eski köye yeni adet getirmek değil; madem iyilik yapacak, bıraksın yemek çeşidini azaltmayı, yemek çeşidini 600'e çıkarsın. Çünkü gelenekler böyle yaşatılır. Lütfen pişmiş aşa su katmasın. Birileri bunu Binali Bey'e söylesin. Çünkü bu iş İDO müdürlüğü, vekillik, bakanlık, başbakanlık, Meclis ve Belediye başkanlığı yapmaya benzemez. Mevzubahis ettiği boğaz harbidir. 
Aman dikkat Binali Bey! Milletin vekili vekilin yemeğiyle oynama!
***16/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde