Ana içeriğe atla

MEB'in Prens ve Prensesleri *

Size MEB’in prens ve prensesleri kimdir desem, bilir misiniz? Sanmam bileceğinizi. Bunu bilmek için ya prens ya prenses olmanız ya da işleyişi biraz bilen biri olmanız gerekir. Siz, kim bunlar diye biraz merak ededurun. Ben, önce MEB’de kaç öğretmen var, MEB’de öğretmen atamaları nasıl olmaktadır, bunlar hakkında kısaca bilgi vereyim.

Resmi ve özel eğitim kurumlarında, MEB’e bağlı olarak görev yapan öğretmen sayısı, 23 Kasım 2020 itibariyle 1 milyon 148 bin 514’tür. Bu sayının pek azı özelde, bir milyondan fazlası ise MEB’de kadrolu veya sözleşmeli olarak görev yapmaktadır. Bu sayı, öyle zannediyorum, orduda görev yapan er ve erbaş toplamından daha fazladır. Tek farkı, ordudakilerin silahı, eğitimcilerin kaleminin olması.

MEB’de adına ilk atama, özür, aile birliği, zorunlu hizmet, isteğe bağlı il içi ve il dışı atamalarda öğretmen adayı ve öğretmen, MEB’in daha önceden ihtiyaca göre belirlediği ve norm adı verdiği yerlere tercihte bulunur. Öğretmen, tercih yaparken puanını göz önünde bulundurur. Çünkü her türlü atama, puan üstünlüğüne göre yapılır. Öğretmen “Tercih dışına atanmak istiyorum” seçeneğini işaretlemişse, sistem, öğretmeni tercihleri dışında uygun bir yere atar. Şayet “Tercih dışına atanmak istemiyorum” seçeneğini işaretlemiş ve puanı da yeterli değilse tercihlerine atanamaz, mevcut yerinde kalır. Öğretmen, tercih dışına niçin atanmak istemez? Çünkü tercihine açılan yerlerin bir kısmı köy, belde ve uzak ilçelerdir.

Öğretmen, tercih veya tercih dışına atandıktan sonra gönüllü veya gönülsüz atandığı yere süresi içinde göreve başlar. Kimi, gidiş geliş imkanı varsa göreve başladığı yerde ikamet etmez, şehir merkezinden gidiş geliş yapar, kimi ev tutarak eşyasını taşır ve görev yaptığı mahalde ikamet eder. Kimi de tercih ve puanına göre atandıktan sonra süresi içinde göreve başlasa da atandığı yerde görev yapmaz. Çünkü burası ulaşımı zor bir yerdir ve burada çalışmayı gözü kesmez. Bu durumda olanlar ne yapıyor? Bunların anne-babası, kayınpeder ve kayınvalidesi, amca ve dayısı vs. devreye girer. Bunlar; kızının, oğlunun, gelininin ve yeğeninin bu kahrolası (!) yerde çalışmaması için güç, imkan ve çevresini harekete geçirir. Bunun için siyasilerle veya üst düzey bürokratlarla dirsek temasına geçerler: “Efendim, bugüne kadar sizden bir talepte bulunmadım. Kendim için de bir şey istemiyorum. Bizim kız/oğlan, gelin/damat, yeğen vs. falan köye atandı. Bunu merkeze alamaz mıyız? Çocuğumuz öğretmenliği de pek seviyor.” gibi.  Siyasi/bürokrat, hemen ilin milli eğitim müdürünü veya vali veya vali yardımcısını arar. “Size bir yakınımı gönderiyorum, bunun işini halledin” der. Bu aramayı siyasi yapıyorsa bu bir emirdir, bürokrat arıyorsa bu bir ricadır. Merkeze alacağımız torpilli öğretmenin branşında, o ilde norm veya ihtiyaç olması önemli değildir. Bir yolu bulunacaktır artık. Çünkü emir ve rica demiri keser. Üstelik araya giren, telefon açan da pek hatırı sayılır kişidir. Bunun işini yapmayacak da kimin işi yapılacaktı.

Uzatmayayım, taşrada görev yapmak istemeyen ve arkası olan öğretmenler, bir yolunu bulup merkezdeki bir okula görevlendirilir. Buna geçici görevlendirme diyoruz. Bu kişinin görevlendirildiği okulda, branşında okutabileceği ders veya sınıf olsun veya olmasın, fark etmez. Okul ona branş dışı dersler verebildiği gibi girmesi gereken sınıfının dışında da bir görev verebilir. Bu da önemli değil. Köyden ve ücra yerden kurtuldu ya, bu yeter ona. Üstelik sevincine diyecek yoktur.

Merkezde görevlendirilen kişinin kadrosu, eski okulunda kalır. Maaş, ek ders ve diğer özlük hakları, görev yapmadığı eski okulu tarafından yapılır. Kendisi de ulaşımı kolay merkezde görev yapar. Bu görevlendirme, eğitim ve öğretim boyunca geçerli olduğu gibi çocuğumuzun merkeze gelecek puanı yetinceye kadar aynı yöntemle her yıl geçici olarak tekrarlanır. Kadrosunun bulunduğu okulda görev yapmayarak bir yolunu bulup merkezde görev yapan bu kadın ve erkek öğretmenlere MEB’in prens ve prensesleri diyorum ben. Çoğunluğun içinde bu şekil görevlendirilen öğretmen sayısı az olsa da var böyleleri. Bu arada MEB’de veya devletin diğer kurumlarında arkası olan diğer prens ve prensesler de var. Onlar şimdilik konumuz değil.

Atandığı yerde görev yapmayıp her yıl görevlendirme ile merkezde çalışan bu kimselerin kadrosunun bulunduğu yerde o okulun öğrencileri ne yapar? Bunları kim okutur? Buraya bir atama yapılır mı? Buraya yeni bir atama yapılmaz, nakil yoluyla da kimse gelmez. Çünkü MEB, geçici görevlendirme ile merkeze gidenin yerine yeni öğretmen vermediği gibi norm kadro yönetmeliğine göre de burayı açık göstermez. Açık gösterilmediği için burası dolu görünür. Yani buranın kadrolu öğretmeni var ama öğretmen yok orta yerde. Buradaki öğrencileri okutsun diye o okulun bağlı bulunduğu ilçe, buraya ücretli öğretmen görevlendirir. Ücret karşılığı görevlendirilen bu öğretmenlerin önemli bir kısmı da girdiği dersin ve sınıfın öğretmeni değil. Devlet, torpilli öğretmeni ihtiyaç olmayan yere çekerek hem ona maaş ve ücret ödüyor hem de yerine görevlendirdiği ücretli öğretmene ücret ödüyor ve sigortasını yapıyor. Devlet zarar ediyormuş, ücretli kişi ehil değilmiş, bunlar çok önemli değil. Önemli olan prens ve prenseslerimizi memnun etmektir. Onların memnuniyetinin ve huzurunun yanında, devletin zarar görmesinin, bu paranın vatandaştan çıkmasının lügatimizde yeri yoktur. Bu tür görevlendirmeler, bazı kişilere özel olarak yıllar yılı yapılmaya devam ediyor, buna kimse dur demiyor. Bu şekil görevlendirilen kişiler, “Emsallerim köyde görev yapıyor, benim geçici görevlendirme ile merkezde görev yapmam doğru değil” demiyorsa, torpil yaptıran, “Bu yaptığım hakkaniyete sığmaz,” demiyorsa,  torpile alet olan MEB yetkilisi ve atamaya yetkili valisi, buna boyun eğiyorsa ve tarafların hepsinin vicdanı bu durumdan rahatsız olmuyor ise demek ki bu işin normali bu olsa gerek.

Bu geçici görevlendirmeler maalesef bu ülkenin bir gerçeği. MEB veya devletin diğer kurumları, arkası olan bazı kişileri hoş etmek için bulundukları makamı kötüye kullanmaya devam edeceklerse, bari, geçici görevlendirme ile aldıkları prens ve prensesleri, kadrolarıyla birlikte merkeze çeksinler. Çeksinler ki boşalttıkları yere, orada görev yapacak birileri gelsin de o muhitin çocukları mağdur olmasın. Onlardan istediğim bir şey daha var: Geçici görevlendirme taraflarının hiçbiri asla dürüstlükten bahsetmesinler.

Yazım uzadı, biliyorum. Burada bir cümle ile de proje okullarına görevlendirilen öğretmenlere değinmek istiyorum. Zira proje okul adı altında bir okuldan alınan öğretmenin yerine de yenisi verilmiyor. Bu okullara seçilen öğretmenlerin kadrosu da boşaltılırsa çok iyi olur kanaatindeyim. Çünkü aynı mağduriyet, öğretmeni proje okuluna alınan okullarda da yaşanıyor.

Son bir cümle de ülkenin en ücra yerinde çalışan öğretmenlere olsun. Merkezde çalışmak varken hala uçsuz bucaksız, kuş uçmaz ve kervan geçmez yerlerde çalışıyorsanız, bu demektir ki siz asla prens veya prenses olamazsınız. Talihinize yanın.

*12.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde