Ana içeriğe atla

Gazeteciliğin ve Gazetecilerin İtibarı *

İtibar: “Saygı görme, değerli bulunma ve güvenilir olma” anlamlarına gelir ve önemli bir kavramdır. Zira her insan bu dünyada itibar kazanmak için çalışır ve çabalar. Herkesin en büyük endişesi itibar kaybına uğramaktır. İtibar kazanma ve kaybetmede dış etkenlerin katkısı olsa da esas etken, kişinin kendi itibarını kendisinin kazanması ve kendisinin kaybetmesidir. Yani kendi kazanır ve kendi kaybeder. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Kimse de itibarlı bir kimsenin itibarını yüzde yüz sıfırlayamaz.

Kişilerin itibarı olduğu gibi mesleklerin de itibarı vardır. Meslekler de itibar kazanır ve kaybeder. Bunda meslek çalışanlarının kişiliği ve iş ahlakı önemlidir.

Son yıllarda her meslek grubunun itibar kaybına uğradığı bir gerçektir. Gazetecilik de bu mesleklerden biridir. Hatta gazetecilik her geçen yıl,  en hızlı itibar kaybına uğrayan meslek gruplarının başında gelmektedir. Yasama, yürütme ve yargı erkinin ardından bir zamanlar, dördüncü kuvvet olarak kabul edilen gazeteciliğin, bu derece önemsizleşeceğini, etkisiz eleman olacağını ve itibarını kaybedeceğini hiç düşünmemiştim. Gerçekten bir zamanlar sekiz sütuna verdikleri haberlerle, verdikleri haberler ve yaptıkları programlarla gündem oluşturan yazılı ve görsel medya, onca çeşitliliğe rağmen şimdi niçin bu durumda? Bir zamanların araştırmacı gazetecileri şimdi nerede? Yolsuzlukları ve haksızlıkları ortaya çıkaran, haber izi süren, rakiplerine haber atlatan, siyasilerin yaptıklarına eleştirel yaklaşan, kurum ve kuruluşların korkulu rüyası gazeteciler yetişmiyor mu, kayıp mı oldular yoksa onlar da araziye mi uydular ya da gazetecilik önemsizleşti mi?

Her meslek grubunda olduğu gibi gazetecilik mesleğini icra edenler arasında da mesleğinin gereklerini yerine getiren gazeteciler vardır. Bunları istisna tutuyorum. İzninizle mesleğinin gereklerini yerine getirmeyen ve meslek etiğine uymayan gazetecileri burada eleştirmek istiyorum. Eleştiriye geçmeden önce gazeteci kimdir, gazetecinin meslek etiği nedir? Önce bu sorulara cevap arayacağım. Sonra eleştirimi getireceğim.

“Haber ve bilgi kaynağına çabuk ulaşmak ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunma işini üstlenen kişiye” (Wikipedia) gazeteci deniyor. Gazeteci, “Dünyada olup bitenlere ilişkin olabildiğince fazla ve doğru bilgi vermek amacındadır. Gazetecilik, haberi doğru kaynaktan almakla yükümlüdür. Gazetecilik kulaktan dolma bilgilerle yapılmaz. Şantaj, karalama, kirletme, yalan haber, yıpratma gibi unsurları içermez. Gazeteci kanunlara saygılı, ahlaklı, namuslu, dürüst, çalışkan kişilerdir.” (Wikipedia). Meslek etikleri arasında gazetecinin “Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, ön yargılardan uzak ve kişilik haklarına saygılı olmak, gazeteciliğin olmazsa olmaz koşullarındandır. Gazetecilik mesleği ve gazetecilik sektörü (gazete, radyo, televizyon, İnternet gibi kitlesel yayın organları) demokratik toplumlarda, anayasanın öngördüğü üç devlet gücü yanında (yasayıcı-meclis, yürütücü-hükûmet, yargılayıcı-mahkemeler) dördüncü denetleyici devlet gücü olarak anılır”. (Wikipedia)

Gazeteci ve gazetecilikle ilgili bu kısa alıntıdan sonra gelelim günümüz gazetecilerinin durumuna. Yukarıda tanım ve etiklerine yer verdiğim bu mesleğin hakkını veren kaç gazeteci var bugün? Kaç gazete ve televizyonumuz  Türkiye'de olup bitenlere eleştiri yapabiliyor, "denetleyici devlet gücünü" yerine getirerek amme hizmeti yapıyor? Tamam, eskisi gibi hükümet yıkıp hükümet kurmasınlar, siyasileri eşofmanla karşılamasınlar, birilerinin tetikçiliğini ve darbe şakşakçılığı yapmasınlar, insanları ve kurumları gerçek dışı bilgi ve beyanlarla karalamasınlar, birilerinin hayatını karartmasınlar, ortamı germesinler, irtica avına çıkmasınlar, darbenin alt yapısının oluşmasına zemin hazırlamasınlar ama günümüzdeki gibi de silik ve etkisiz eleman olmasınlar. Halkı doğru bilgilendirsinler. Çünkü onların böyle bir görevi var. Böyle derken adına Kartel denilen geçmiş medyayı övdüğüm ve o tür gazeteciliği özlediğim anlamı çıkarılmasın.  Geçmiş medyanın bir itibarı olmasa da bir etkileme gücü vardı. Üzerine gittiği konularda, devletin kurumlarını harekete geçirme misyonu vardı. Hasılı geçmiş medya sektörü ve buralarda çalışan gazeteciler iyi bir sınav vermese de İSKİ yolsuzluğu, Civangate, Türkbank, Parsadan olayı, İlksan skandalı gibi olaylar, geçmiş gazetecilerin ortaya çıkardığı yolsuzluklara verebileceğim örneklerdendir.

Tekrar günümüz gazeteciliğine gelirsek, onca çeşitliliğine rağmen gazetelerinde, internet sitelerinde ve TV haberlerinde farklı haber görebiliyor musunuz? Ben göremiyorum. Bir tanesine bakınca diğerlerine bakmaya gerek kalmıyor. Çünkü haberler aynı yerden çıkmış gibi noktası, virgülüne aynı. Bir bakmışsınız TV kanallarının kahir ekseriyeti bir kişiyi dinlemek için aynı anda canlı yayına bağlanıyorlar. Görüntü, tüm medyanın tek elden yönetildiği, hangi haberin ne şekilde verileceğinin tek merkezden servis edildiği yönünde. Tüm bunlardan da geçtim. TV’lerin canlı yayın programlarına katılan çoğu gazeteciyi tanımakta zorlanıyorum. Onları dinleyince gazeteci mi yoksa bir partinin basın sözcüsü mü diye düşünmeden edemiyorum. Düpedüz bir parti lehine veya aleyhine çalışıyorlar. Savunduğu partiye gelen eleştirilere tahammül edemiyorlar, hemen açıklama yapma yoluna gidiyorlar. Sanırsın ki mesleği gazetecilik değil, parti tarafından gönderilmiş bir görevli ve maaşlarını da gazete patronundan değil, partiden alıyorlar. İnanın, savunduğu partinin genel başkanı kendisini ve partisini bu kadar savunamaz. Güya, gazeteci dediğimiz tarafsız olacaktı. Tamam, tarafsız olmasınlar. Zira hangi birimiz tarafsızız ki. En azından doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilsinler. Haydi bunu da yapmasınlar. Hiç olmazsa gülünç duruma düşecekleri yanlışları bari doğru bir şeymiş gibi savunmasınlar. Gazeteci görünümünde siyaset yapmasınlar. Şayet böyle yapacaklarsa sunucu kendilerini tanıtırken “X, aynı zamanda hem gazeteci hem de Y partisinin üyesi” şeklinde tanıtsın.

Sonuç olarak, günümüz gazeteciliği –istisnaları hariç tutuyorum- yerlerde sürünüyor ve etkisiz eleman durumundadırlar. Bu da bu meslekte ne itibar bırakır ne de halkı etkileme gücü verir.

Her meslek grubunda olduğu gibi gazetecilik mesleğini de hakkıyla yerine getiren gazetecileri buradan selamlıyorum.

*19.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde