Ana içeriğe atla

Ahbap-Çavuş İlişkisi Sona Erecek mi? *

12/6/2018 tarihli ve 30449 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliğinin 3. maddesine, 09/03/2021 tarih ve 31418 sayılı Resmi Gazete’de aşağıdaki fıkra eklenmiştir:

“(3) İlana başvuru koşulu olarak adayların lisansüstü tez veya uzmanlık tezi adlarının bir kısmı veya tamamı yazılamayacağı gibi ilanda sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şartlara da yer verilemez.”

Eklenen bu madde, bugüne kadar öğretim görevlilerinin üniversitelere ne şekil yerleştiğini ortaya koyması bakımından manidardır. Çünkü suçüstü yakalanma halidir. Demek ki bugüne kadar -istisnalar hariç- adrese teslim ilanlara çıkılmış, alımlar da bu şekil olmuş. Zaten adrese teslim ilana çıkılınca bir başkasının, öğretim görevlisi olmak için müracaat edebilmesi bile mümkün değil. Bu gösteriyor ki üniversitelerde tepeden tırnağa aynı zihniyet/cemaat/grup vs. akademisyenin atanması tesadüf değil. Bu şekil atama yoluyla öğretim görevlisi olanlar da derslere girdiğinde haktan, adaletten, dürüstlükten, ehliyet ve liyakatten bahsetsin dursunlar. Öğrenciler de ne dürüst hoca desinler. Aslında bu yapılan, "Hamili kart yakınımdır"ın kritere dönüştürülmüş ve resmi kılıfa uydurulmuş halidir. Ahbap çavuş ilişkisinden başkası değildir. Sağır sultanın bile bildiği bu durum ayyuka çıkmış olmalı ki eklenen bu madde ile bu tür alımların önüne geçme murat edilmektedir.

Eklenen bu 3.madde dolayısıyla şu sorulara cevap almak isterim. Tabi, muhatap bulabilirsem...

1.Öğretim görevlisi alımında bu şartın/maddenin eklenmesi için niçin bu zamana kadar beklenmiştir? YÖK bu durumdan yeni mi haberdar olmuştur yoksa adrese teslim alımlar bitti, bundan sonra böyle alıma ihtiyaç kalmadı diye mi bu madde eklendi?

2.Bugüne kadar kaç öğretim görevlisi bu şekil atanmıştır? Aynı üniversitede kaç öğretim görevlisi birbirine akrabadır? YÖK'ün elinde böyle bir istatistik var mı? Varsa bu şekil alınanların, öğretim görevliliğinden düşürülme yoluna gidilecek mi? Ki hakkaniyet bunu gerektirir. İlan şartlarını, adrese teslim şeklinde hazırlayan üniversite sorumluları için YÖK bir işlem ve tasarruf yapmayı düşünüyor mu? Üniversitesini birilerine peşkeş çeken sorumlular, kötüye kullandıkları görevlerine devam edecekler mi? Ki en azından görevlerini kötüye kullanmaktan el çektirilmeleri gerek. Zira yapanın yanına kar kalmamalıdır. Burada geçmişe dönük işlem yapmak zor iş. Üstelik bugüne kadar bu ülkede bunun emsali yok. Çünkü bu ülkede yapanın yanına kar kalmıştır hep. Bunun için geçmişe bir sünger çekelim. Bundan sonra önümüze bakalım, en azından bundan sonra düzgün alım yapalım mı denecek?

3.Adrese teslim öğretim görevlisi alımında kaç siyasi "Bunu üniversitenize alacaksınız" dedi? Bir siyasi böyle dediği zaman kaç rektör olmaz deyip “affını” istedi ve siyasilere rağmen bir başkasını aldı? Bu maddeye rağmen siyasiler bir üniversite rektörünü arayıp “Şunu üniversitenize alın” demekten vazgeçecek mi?

4.Eklenen bu madde ile her türlü torpil ve kayırmacılığın, kişiye özel alımların önüne geçilebilecek mi?

Sonuç olarak, bu ülkede bırakın bir üniversiteye öğretim görevlisi alımını, her türlü alımda şu ya da bu şekil maalesef torpil işliyor. Eğer bu tür alımlardan şikayetçi isek, her şeyden önce başta siyasiler olmak üzere torpil yapanlar ve torpil yaptıranlar samimi olmalıdırlar. Her türlü alımlar, ölçülebilir objektif kriterlere göre ve şeffaf olmalıdır. Unutmayalım ki torpilin olmadığı ve işlemediği yerde herkes hakkına razı olur ve torpil arayışına girmez.

Şunu da söyleyerek yazıma son vereyim: Bu ülkenin sorunu yeni anayasa ya da bir konuda mevzuatın olmaması değil. Esas sorunumuz kafa yapısını değiştirmektir. Bu değişmediği müddetçe ister öğretim görevlisi alımında ister başka alımlarda en uygun kanun ve anayasa bize fayda etmez. Çünkü mevzuata rağmen biz işimizi çıkarmaya devam ederiz. Hasılı, taşıdığımız kafa yapısını değiştirmeden eklenen 3.madde de işe yaramayacaktır. Zira biz başka yolunu bulur, istediğimizi alırız, vesselam…

*15.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde