Ana içeriğe atla

Konya’ya Kırmızılık Yakışmıyor *

Güncel salgın risk haritasına bakarsanız; Türkiye'nin orta yerinde, çevresi sapsarı olduğu halde yanına Aksaray ilini almış, "Çok yüksek riskli iller" arasına girerek kıpkırmızıya boyanmış, yüzölçümü yönünden Türkiye'nin en büyük şehrini görürsünüz. Bilin bakalım, o şehir hangisidir? Hemen neresi olacak, Konya'dır diyeceksiniz. El cevap doğru dersiniz. Zira Celalettin Rumi türbesi yanında Etli ekmeği ile de meşhur olan bu şehir, bir yıldır da salgınla adından söz ettiriyor.

Salgının ilk başlarında vaka sayısının yüksek olmasını "Umrecilerin Konya'da karantinaya alınmasına" sonra "Yurtdışından gelenlerin şehrimizde misafir edilmesine" bağladık. Orta yerde ne umreci kaldı ne de yurtlarda kalan. Buna rağmen Konya, adını vaka sayısı ile duyurmaya ve zirveye oynamaya devam ediyor. 

Risk haritası seçim haritasını hatırlattı bana. İç Anadolu bölgesinde, belediye seçimlerini CHP'nin kazandığı Eskişehir ilinin kırmızıya, Konya’nın da AK Parti’nin rengi olan sarıya bürünmesine, kaç seçim aşinayız. Salgın bu rengi değiştirdi. Şimdi Eskişehir orta riskli iller arasında yerini alarak rengini sarıya, Konya ise kırmızıya döndürdü. Salgının başından beri kırmızı renge bürünmesi hiç değişmediğine göre zannedersem Konya, bu rengi pek sevdi. Kırmızı olsun, varsın beş fazla olsun misali, kırmızı olsun da varsın riski olsun diyor olmalı.

Konya’ya komşu illerin bazıları da çok yüksek riskli iller grubunda yer alsa, bu bölgede var bir şey diyeceğim. Sanırım İç Anadolu’da Konya gibi kırmızıya bürünmüş Aksaray’ın dışında sadece Burdur var. Bu durumda Konya’nın riskli iller arasında olmasını nasıl izah edebiliriz? Bir ara Konya, ilk üçü hiçbir ile kaptırmamıştı. Hatta çevremizde bu hastalığa yakalanmış nice tanıdıklarımız oldu. Hastalığa bu süreçte yakalananlar, yoğun bakım ünitelerinde yer bulmakta zorlandılar. O zamanlarda kırmızıya bürünse tamam derdik. Şimdilerde hastalığa yakalanan tanıdığımız pek yok. Olsa da hastanelerin doluluk oranları çok yüksek değil. Hastaneye alınması gereken hastalar da yer sorunu yaşamadan hastanelerde tedavi altına alınabiliyorlar. Durumumuz bu iken kırmızıya bürünmemiz düşündürücü.

Acaba çevre illerin covit hastalarının bir kısmı, Konya hastanelerine sevk edilerek tedavileri burada yapılıyor ve vaka sayısı yönünden Konya’nın hanesine yazılıyor olabilir mi?

Konya’nın huyundan ve suyundan mı yoksa “Etli ekmek kafalı” olduğundan mıdır?

Konyalılar, salgın kurallarına yeterince özen göstermediğinden midir?

İçki tüketimi yönünden ilk sırada olmamasına rağmen bir zamanlar içki tüketiminde Konya, ilk sırada, haberlerini okurduk. Acaba salgında da böyle bir şey yapılıyor olabilir mi? Böyle bir algı oluşturulduğuna hiç ihtimal vermiyorum.

Türkiye’nin ortasında olan bu şehir, virüsü kendine çekiyor mu yoksa?

Virüs mü Konya’yı sevdi, biz mi virüsü çok sevdik?

Hangisidir bilemeyiz. Bildiğimiz ve değişmeyen gerçek, şehrimizin renginin kıpkırmızı olması ve bir şeyleri yanlış yaptığımız gerçeği.

Aklıma, Konyalılar yeterince virüsle mücadele etmiyor ve kurallara riayet etmiyor geliyor. İnsanımızın çoğunun virüs konusunda duyarlı olduğunu ve kurallara uyduğunu söyleyebilirim. Başka illerde ne kadar duyarsız varsa bu şehirde de o kadar duyarsız olanı vardır diye düşünüyorum.

Sebep her ne olursa olsun bu kırmızı renk, Konya’ya yakışmadığı gibi bu rengin ceremesini de tüm Konyalılar birlikte çekiyoruz, normalleşemiyoruz. Bedelini de ağır ve pahalı ödeyeceğiz. Düşük ve orta riskli illerin esnafı, ekmek teknelerini açarak, öğrencilerini tam zamanlı öğretime geçirerek normal hayata merhaba derken normalleşme bekleyen Konya esnafı, iyice tükenmeye başlayan ümitlerini bir başka bahara erteledi. Öğrenciler ise tam zamanlı öğretimden yine mahrum kaldı.

Bu aşamadan sonra tüh ya, neden böyleyiz demenin bir anlamı yok. Yapılacak olan, nüfus yönünden Konya’dan daha kalabalık nüfusa sahip şehirlerin, virüsle nasıl mücadele ettiklerini, o şehrin yetkilerinin ne tür tedbirler alıp vaka sayısını düşürdüklerini, şehirlerini düşük ve orta riskli iller arasına girdirdiklerini Konya’da görev yapan yetkililerin bir güzel araştırmaları, aynı tedbirleri Konya’da da uygulamaya koymalarıdır. Bunu vakit geçirmeden mutlaka yapmaları gerekir.

*05.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde