Ana içeriğe atla

Bir Annenin Feryadı ***

“Diyarbakır'da genç bırakmadınız genç...
Ya cezaevinde ya toprağın altında… 
Başlarım sizin Kürdistan davanıza da…
Sizin çocuğunuz dağa gitsin, kıyameti koparırsınız...
Senin oğlun hangi özel okulda okuyor? Sen bunu desene... 
Fakir fukaranın çocuğu dağa, bunlar koltuklarda… 
Alıştınız insanları dağa göndermeye...
Vermiyoruz. Size verecek çocuğumuz yok."

Bu sözler 17 yaşındaki çocuğu dağa kaçırılan Diyarbakırlı bir annenin, HDP binasının önünde oturma eylemi yaparken bir HDP’li yetkiliye söylediği sözler. Feryadı veya isyanı da diyebiliriz. Videodan izlediğim kadarıyla kadında rol yoktu, içinden geldiği gibi konuşmuş, daha doğrusu içini dökmüş, “Başlarım sizin Kürdistan davanıza” diyerek isyanını dile getirmiş. Bir dert ancak bu şekil dile getirilir. Öyle ya! Hangi anne, dokuz ay karnında taşıyıp büyüttüğü çocuğunun terörist olmasını ister? Çocuğu bir hiç uğruna terörist olursa, ölür ya da öldürülürse bu annenin yüreği dayanır mı? Çocuğu elden gittikten sonra –birilerinin serap misali, hayal dünyasındaki- Kürdistan’ı ne yapsın bu anne? Ağlarsa anam ağlar dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Her annenin eli öpülür ama bu annenin eli daha bir başka öpülür. Hak arayışında belli ki. İçi yanmış. Kim tutar onu? Cesaretine kurban bu annenin. Helal olsun.

Bu mücadelenin fitilini bir hafta önce “Çocuğumu PKK dağa kaçırdı, çocuğum gelinceye kadar buradan ayrılmayacağım” diyen bir anne ateşlemişti. Eyleminin üçüncü gününde oğlu emniyete gelip teslim olunca eylemini sonlandırmıştı. Dağa kaçırılan, bir çocuk değil ki… Ardından başka anneler de HDP binası önünde oturma eylemi başlattı. İşte bu eylemcilerden biri de Fevziye Çetinkaya isimli anne. Yani yazımın başınca alıntısına yer verdiğim annenin adı. Sanırım bu sefer çocuğunu dağa kaçıranlar çetin kayaya çarptılar. Çünkü kolay kolay pes edeceğe benzemiyor.

Diyarbakır HDP binası önünde eyleme başlayan anne sayısı halihazırda bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama eyleme katılan annelerin sayısında kısa zamanda artış olacağını ve bu eylemlerinden sonuç alacaklarını düşünüyorum. Önde ve fikir babası, yüreği yanmış anneler olursa bu tür eylemler ses getirecektir. Diyarbakır’da başlayan bu eylem yüreği yanan diğer illerdeki anneleri de harekete geçirecektir.

Kadınların daha doğrusu annelerin başlattığı bu direniş, aslında bir fırsata dönüştürülebilir. Kameraların önünde cereyan edecek bu eyleme devlet, oranın güvenliğini sağlamanın dışında müdahale etmemelidir. Yani eylemi devlet sahiplenmemelidir. Çünkü sahiplenirse eylemden beklenen sonuç gerçekleşmez. Öyle zannediyorum, annelerin başını çektiği bu eylem, çoğu annelere çocuklarını geri getirebileceği gibi bundan sonra PKK, çocuk kaçırma eylemine girişecekse yoğurdu üfleyerek yiyecektir. Bu eylemin barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yeter ki annelerimiz pes etmesinler, eylem provoke edilmesin.

Haklı davalarında tüm kalbimizle annelerin yanındayız. Zira bir eylemde anneler varsa o eylemlerden sonuç alınır. Haydi hayırlısı…

***05/09/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde