Okulun
kantin bölgesinde nöbetçiyim. İtiş-kakış olmasın, alışverişlerini daha rahat
yapsınlar, bir düzen olsun, birbirlerinin önüne geçmesinler diye öğrencileri
sıraya geçirdim.
Öğrencilerin
çoğunluğu sıra düzenine geçmede uyum sağladı. Sıra, beraberinde bir düzen
getirdi. Kantinin önünde yığılma, itekleme ve kakalama olmadı. Sıraya
aldırmayıp açıkgözlülük yapmak isteyen az sayıdaki öğrenciyi takip ederek
onların da sıranın arkasına geçmesini sağladım.
Öğrenciler
rahat bir şekilde alışverişini yaparken bir veli, yanında da büyük kızı ve
okuldaki çocuğu olduğu halde sıraya aldırmadan en öne geçti, ihtiyacını aldı ve
kenara çekildi, aldığı dürümü çocuğuna verdi. Çocuk, arkadaşları sıra beklerken
annesinin aldığını yemeye başladı.
İkinci
teneffüs yine aynı şekilde öğrencileri sıraya geçirdim. Her şey düzgün bir
şekilde devam ederken oluşturduğum sıra düzenini yine bir veli bozdu. O da
tıpkı diğer veli gibi sıranın en önüne geçerek çocuğunun istediğini kantinden
aldı.
Aynı
gün iki ayrı teneffüste gördüğüm birbirinin aynısı olan bu iki manzara beni
üzdü. Küçücük çocukların hakkını yiyerek yaptıkları kaynaktan iki veli de
rahatsız olmadı, diğer öğrenciler gibi sıra beklemesi gereken öğrenciler de,
annelerinin yanında kardeşlerini ziyarete gelen ablaları da.
Üzüldüm
bu duruma gerçekten. Birkaç defa niyetlenip yanlarına varmayı düşündüm. Bu
yaptığınız doğru değil demek istedim. Sonra vazgeçtim. İçimden eğitime
çocuklardan değil, büyüklerden başlamak gerek dedim. Çünkü orta yerde ne kadar
kötülük, haksızlık varsa biz büyüklerin kabahati. Hiç çocuklara kızmaya
hakkımız yok. Sıraya girmeyen ve önlerine geçen büyükleri gören yarının
büyükleri, bugünün küçükleri bu çocukların zihinlerine "Büyüyünce ben de
sıraya geçmeyeceğim" çoktan yerleşti bile. Çünkü çocuk ne gördüyse onu
yapacak. Aslında gördüğüm bu iki kötü örneğe müdahale etmediğimden dolayı ben
de suçluyum. Yapanın yanına kar kalmamalıydı. En azından hanımefendi! Bu
yaptığınız hoş olmadı demeliydim.
Aklıma
anlatılan bir hikaye geldi. Çiftçiliğin kara saban ve pullukla yapıldığı eski
dönemlerde, tarlayı sürmek için öküzler çifte sürülürdü. Zaman zaman çifte
sürülen öküzün yanına alışsın diye tosun koşulurmuş. Tosun çizgiden
çıktıkça ve yaramazlık yaptıkça çiftçi, öküzü dürter ve kamçıyı şak diye öküze
indirirmiş. Bu durumu gören biri "Öküzün suçu ne? Çizgiyi aşan ve
yaramazlık yapan tosun. Siz tosunu dürteceğinize, öküzü dürtüyor ve dayak
atıyorsunuz" demiş. Adam "Sen anlamazsın evlat! Öküz göz etmese tosun
dellenemez." Yani delilik/yaramazlık yapamaz, sınırı aşamaz, demiş.
Bu
hikayeyi anlattıktan sonra sanırım fazla söze hacet yok. Nasıl ki suç tosunda
değil, öküzde ise bugünün çocuklarında da suç yok. Esas suç "Geç yavrum!
Bak arkadaşların ne güzel sıraya geçmiş. Haydi sen de sıraya geç" demeyen
anne ve babalarda. O yüzden bir çocuğu eğitmeye başlamadan önce ilk önce anne
ve babaları eğitmek gerek.
*02/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*02/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder