Ana içeriğe atla

Su Faturaları Nereye? *


Çift haneli enflasyon ile yaşamaya başlayalı beri ister yerli üretim, ister ithal olsun, zamdan nasibini almayan ürün/mal/hizmet kalmadı. TL'nin dolar karşısında değer kaybetmesiyle birlikte benzin, doğalgaz ve mazotun pompa fiyatları değişir. Yani zam gelir. TL'nin değer kazanmaya başlamasıyla birlikte pompa fiyatlarında indirime gidilir.

Yakıtta dışa bağımlı olduğumuz için petrol fiyatlarında bindirim ve indirimi anlayabiliyorum. Anlayamadığım, belediyelerin uhdesinde olan su fiyatları. TL değer kaybetse de, değer kazansa da suyun metre küpü aylık otomatiğe bağlanmış durumda. Kullandığımız su ithal olsa, bu da ithal edilen diğer ürünler gibi zamdan nasibini alacak diyelim. Halihazırda su, bizim öz sermayemiz. İthal falan değil. O zaman su fiyatlarının otomatiğe bağlanmasının bir izahı olabilir mi? Haydi enflasyonlu hayatın bir cilvesi olarak yerli/ithal her ürüne zam gelir, su da yerli olmasına rağmen girdileri de arttı. Bundan dolayı su fiyatları da artış gösterdi diyelim. Bu mübareğin girdisi her ay değişir mi? İşin içinde değilsiniz. O yüzden işin iç yüzünü bilemezsin diyebilirsiniz. Tamam öyle olsun. Girdiler dolayısıyla su fiyatlarını artırdık. Hiç mi düşmez bu? Dövizin iniş ve çıkış seyrine göre akaryakıt fiyatları değişirken su fiyatlarındaki sürekli yukarı seyrin bir izahı olabilir mi? İnanın, anlamakta zorlanıyorum.

Belediyeci değilim. Herkes gibi bir su tüketicisiyim. Suyun maliyetini bilmesem de kullanıyorum. Gerçekten suya ödediğimiz yüklü faturalar suyun olması gereken gerçek değeri ise sözüm olmaz. Acaba belediyeler diğer masraflarını karşılamak için aylık, suya mı dokunuyor? Eğer belediyeler böyle yapıyorsa yanlış yaparlar. Belediyeler giderlerini karşılamak için başka yollar bulmak zorunda. Başka yol bulamıyorlar ise onlara söyleyeceğim, ücretsiz olarak düzenlemiş oldukları, adına hizmet dedikleri kurs vb hizmetlerden ücret almaları. Sosyal belediyecilik adına düzenlediğimiz kurslardan ücret alamayız denirse, verilen hizmetin en azından maliyeti alınabilir. Çünkü her hizmetin bir bedeli olması gerekir. Ali'nin gördüğü kursun bedeli Ahmet'ten alınmamalı diye düşünüyorum.

Su hayattır, hayatımızın vazgeçilmezidir. Olmazsa olmazımızdır. Susuz ve su kullanmadan yaşamamız mümkün değildir. Elimiz mahkum su kullanmaya. Durum bu iken her ay katmerli bir şekilde faturalara yansıyan su fiyatlarının hayatımızı zindan etmesini istemiyorum. Girdi fiyatlarına göre suya gelecek zamma evet ama fahişine el insaf, yani hayır diyorum.

*21/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde