Ana içeriğe atla

Yaşat ki Yaşayasın!


Ülke olarak içten ve dıştan kuşatılmış durumdayız. Tüm mücadelemiz bu kuşatılmışlığı yarmak ve rahat bir nefes almak. Dışa karşı yaşamak için var gücümüzle mücadele vereceğiz. İçte de devlete ve millete kök söktüren, dış güçlerin yerli işbirlikçilerine karşı topyekûn mücadele etmeliyiz. Devletin altını oymaya çalışan, gizli ajandası olan, devlete silah çeken, terörü teşvik eden, devlet tökezlerse göbek atacak olan, bizden görünen sinsi kişi ve örgütlere karşı istihbaratımız her zamankinden daha uyanık olmalı.

Dışa karşı mücadele etmenin yolu ülkenin tüm farklı bileşenleriyle birlikte bir ve beraber olmasıdır. Ortak paydada buluşmaktır. Toplumda toplumsal barışı sağlamaktır. Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyaseti bir tarafa bırakmaktır. Mevzubahis olan vatan ise gerisi teferruat demektir.

Öyle miyiz gerçekten? Millet olarak özellikle dışa karşı yekvücut muyuz? Maalesef birlik ve beraberlikte dökülüyoruz. Toplumsal bütünlük hiç olmadığı kadar yara almış durumda. Millet birbirini boğazlayacak şekilde ya sinir küpü ya da üzerine ölü toprağı serpilmiş durumda. Kimi kırgın, kimi küs, kimi içine kapanmış, kimi birbirini düşman gibi görüyor. Özellikle FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerekten üzerine suç isnat etmediğimiz kimse neredeyse kalmadı. Her evi, her aileyi vurdu geçti. Kimi içeride, kimi görevinden atılmış dışarıda aramızda dolaşıyor. Ufacık bulaşığı olsa bile neredeyse ceza almayan veya siciline işlenmeyen kalmadı. Bunlar, elinde silah olduğu halde suçüstü yakalansa veya devlete silah çektiği ortaya çıksa, darbeyi övücü sözler söylese, FETÖ'yü övse hiç dışarı çıkmayacak şekilde içeri atılsın. Buna kimsenin diyeceği olmaz. Ama darbenin herhangi bir yerinde aktif olarak görev almamasına rağmen geçmiş bulaşıklığı dolayısıyla insanları terör üyesi veya terörle iltisaklı olduğunu iddia etmek ve bunun sonucunda kişilerin iş akdini feshetmek onları öldürmek gibidir. Ha işine son vermişsin ha öldürmüşsün. Bu uğurda öldürülürler anlarım. Onlar da kurtulur, devlet de. Ama geçmiş birlikteliklerinden dolayı işine son verip cezalandırmak onları öldürmekten beterdir. Bu tiplerin işine son vermekle devlet, millet ve kendileri kurtuluyor mu? Kimse kurtulmuyor ve aramızda terör üyesi damgası yemiş olarak dolaşıyorlar. Oy zamanı oy veriyorlar ve siyasetin sonucunu etkiliyorlar, bizimle beraber camiye gidiyorlar. Yani içimizdeler.

Bu durum sağlıklı bir görüntü mü? Bana göre değil. Yarın bu ülkenin başına bir şey gelse bu psikoloji ile bu kimseler yanımızda saf tutar mı? Bu kişilerin çocukları nasıl bir psikoloji ile yetişecekler ve toplumun içerisinde ne yapacaklar? Bence FETÖ ile mücadele konseptimizi bir daha gözden geçirmemizde fayda var. Bir defa bir toplumsal vaka ile karşı karşıyayız. Terör örgütü ile mücadele ederken bu toplumsal vakıayı dikkate almamız gerekir. En azından terör örgütü ile mücadele ederken toptancı davranılmayabilir.

Unutmayalım ki bu çocuklar yani bugün suç isnat edilen çocuklar, yapının iç yüzünü bilmeden -ki devlet de bilmiyordu- anne ve babaların kendi elleriyle teslim ettiği çocuklardır. Bir suç, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun geneline sirayet etmişse "Bu ne iş" deyip oturup bir düşünmeliyiz. Bu konuda izleyeceğimiz yol, Hz Ömer'e atfedilen yoldur diye düşünüyorum. Ne yapmıştı Hz Ömer derseniz? Hz Ömer suçüstü yakalanan hırsızların sayısını görünce onlara hırsızlığın cezasını vermez. Çünkü ekonomide sıkıntı vardır. Hırsıza ceza vermekten ziyade insanları hırsızlığa iten sebeplerin ortadan kaldırılması gerektiği görüşünü ortaya koyar. Bu, suçluyla mücadele etmekten ziyade suç ile mücadele yöntemidir. Buna İslam fıkhında "Harama giden yolların tıkanması" anlamında "Seddi zerai" denir. Hırsızlıkla bunu karıştırmayalım diyebilirsiniz. Hırsızlık bedenin doyurulması ise bu da ruhun merdiven altı yollarda doyurulmasıdır. 

Kısaca FETÖ ile mücadelede soğukkanlılığı elden bırakmayalım. Yapıyı çökertmek ve bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için elimizden gelen gayreti gösterelim. Darbenin içinde olmayıp şu ya da bu şekilde bulaşığı olanları kazanmanın yoluna gidelim. Onlara sakıncalı piyade muamelesi yapmayalım. Onları iş üstü veya gerisinden izleyelim, boşluk bırakmayalım. Tekrar o yapı ile irtibat kurmaya kalkan olursa tepesine balyozu indirelim. Onları yaşatalım ki yaşayalım. Önceliğimiz toplumsal barış olmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde