Ana içeriğe atla

"Kandıralı! Sen de!"

—Efendim! Ekrem İmamoğlu AFAD toplantısına çağırıldı mı, çağırılmadı mı?
—Ne bileyim ben! Sonra niçin zor soruları bana soruyorsun?
—Bu sorunun neresi zor? Çağırıldı ya da çağırılmadı diyeceksin. Çok mu zor bunu söylemek?
—Taraflar bilir bunu.
—Taraflardan biri çağırılmadım diyor, diğeri çağırdık diyor. Hasılı hangisi doğru söylüyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, yapılan tartışmalardan bu mesele depremden daha önemli.
—Sadede gelelim. Sana göre belediye başkanı toplantıya davet edilmiş mi, edilmemiş mi? Görüşünü söyle.
—Efendim, beni siyasetin içine çekme. Bu iş benim işim değil. Madem sordun. Bu konuda görüşümü söylemem. Ancak senin için şöyle bir iyilik yapabilirim. Sayın AFAD başkanı iki toplantıya da katılan kişilerden biridir. Onun şahitliğini anlatabilirim sana. Sen oradan çıkar davetin olup olmadığını.
—Merak ettim. Neymiş?
—Habertürk Tv'de yayımlanan Açık ve Net programının sunucusu, AFAD başkanına, Sayın Belediye Başkanının toplantıya çağırılıp çağırılmadığını sordu. Sayın başkan: "Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında perşembe günkü depremin akabinde valilik binasındaki AFAD merkezinde tüm AFAD üyeleriyle birlikte toplandık.  Burada deprem sonrası bir değerlendirme yapıldı. Bu toplantıda Sayın Belediye Başkanı da vardı. Toplantının bitiminde Sayın Oktay "Yarın saat 10.00'da falan yerde tekrar toplanıyoruz. Toplantıya herkes katılıyor ve herkes ciddi bir şekilde hazırlık yaparak gelsin" demiş.
—Bu açıklamaya göre Sayın Başkan bu toplantıya çağrılmış.
—Yorum yapmıyorum ama bunu nereden çıkardın?
—İlk toplantıyı yöneten Sayın Oktay'ın "Yarın saat 10.00'da yapılacak toplantıya herkes katılacak" sözünde geçen "Herkes"ten.
—Pes doğrusu! Nasıl böyle bir kanaate varabiliyorsun. Sayın Başkan herkes mi? Onun bir adı var değil mi?
—Efendim! Toplantıya katılan kişilerden biri de o. Herkesin içine o da girer.
—Katılmıyorum. Burada Sayın Oktay'ın daveti eksik yaptığını düşünüyorum.
—Ya ne diyecekti? Özellikle Sayın Başkan sen de diyemezdi ya...
—Gerekirse diyecekti. En azından "Herkes katılacak" dedikten sonra "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Katılmak istemiyormuş, bahane uyduruyor.
—Ne belli? İlkine katıldım, ikincisine çağrılsaydım, ilkine katıldığım gibi ikincisine de katılırdım, diyor. Demek ki bir anlaşmazlık ya da anlamazlık veya anlamazlıktan gelme söz konusu.
—O zaman ne yapılacak bu durumda?
—Anlayacağı dilden konuşmak.
—Mesela?
—Yukarıda dedim ya "Kandıralı! Sen de" diyebilirdi.
—Kandıralı, ne alaka?
—Çok şey istiyor ve hazıra konmak istiyorsun. Bunu anlamak için "Kandıralı" hikayesini bilmen gerek. Önce hikayeyi öğren, sonrasını anlarsın zaten. Hülasa bu tartışma gösterdi ki başkanın çağırılıp çağrılmaması meselesi depremden daha önemli. Depremden önce bu meseleyi çözmemiz lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde