Ana içeriğe atla

Pasif İyiler İnisiyatif Alamaz? (2)

Malumunuz Sakarya Milli Eğitim Müdürlüğünün psikolojik danışman ve rehber öğretmenlere yönelik olarak düzenlediği seminerin konuğu, uygulamalı psikoloji alanında (klinik psikoloji) kariyer yapmış ve Prof. olmuş Üstün Dökmen’dir. Sayın Dökmen seminerin ilerleyen safhasında kimlerin rehber öğretmen olamayacağını örneklendirirken “Başörtülü birinden rehber öğretmen olamaz” diyerek ağzındaki baklayı çıkarıvermiş. Kendisini dinleyen bir kısım öğretmen bu söze -haklı olarak- tepki gösterir ve salonu terk eder. Kendisi de başörtülü olan Milli Eğitim Müdürü, programın bitiminde seminere katkısından dolayı plaket sunar.

Sayın Dökmen’in bilimsel olmayan değerlendirmesi bir tarafa Sayın MEM Müdürünün verdiği plaket işin tuzu-biberi oldu. Tüm Türkiye Üstün Dökmen’e tepki gösterirken aynı zamanda kendisine plaket verilmesine tepki gösterdi. Yani Sayın başörtülü müdirenin tepki göstermemesine tepki gösterdi. Gelen tepkiler üzerine müdür “Kendisinin de başörtüsü mağduru olduğunu, Sayın Dökmen’in konuşmasını dinlemediğini ve bu konuda kimsenin kendisini bilgilendirmediğini…” açıklasa da satır aralarında açıklamaya muhtaç müphemlikler var. Burada niyetim olayın iç yüzünü irdelemek değil. Çünkü bu olayın iç yüzüne girersek düşüncesi belli birinin uzman diye çağırılmasından başlamak lazım işe. Sonra bir Mlli Eğitim Müdürünün ne konuştuğunu bilmiyordum, salona konuşmanın bitiminde geldim demesi onun masumluğuna karine olamaz. Kendisi yoksa mutlaka misafiri dinleyen bir yardımcısı vardır orada. Eğer onlar müdireyi bilgilendirmediyse o zaman Sayın Müdire, başta yardımcıları olmak üzere ekibini iyi seçememiştir.

Burada Sayın MEM Müdürü iyidir-kötüdür, çalışıyordur-çalışmıyordur, koltuğunu dolduran biridir-değildir üzerinde durmayacağım. Kişilik olarak kendisi çok iyi biri olduğu gibi çalışkan bir müdür de olabilir. Yazımın birinci bölümünde anlattığım anı üzerinden dindar-mütedeyyin kesimin geneli hakkında genel bir şeyler söylemek istiyorum. İstisnaları olmakla beraber bu kesim, çoğu zaman olaylar karşısında tepkisiz kalır, yerinde ve zamanında tepki göstermez. Bu kesimin en büyük handikabı budur. Konuşan, hoşuna gitmese de kolay kolay tepkisini dile getirmez. Arkasından konuşur, beğenmediğini söyler. Ama karşısında dut yemiş bülbüle döner. Hele son zamanlarda idareci atama hususunda ehliyet ve liyakat yerine getirdiğimiz sadakat kriteri tepkisiz birey olmak demektir. Çünkü müdür seçerken biz, yanlış yapsak da bize karşı çıkmayacak insanları öncelikli olarak atıyoruz. Böyle biri, yapılan bir haksızlık karşısında nasıl tepki gösterebilir?  Ben bu kesime pasif iyi diyorum. Haksızlık karşısında sesini çıkarmaz. Buna ne olur-ne olmaz, başıma bir şey gelir korkusu da denebilir. Değer mi bir koltuk için susmaya, kişiliğinden ödün vermeye?

Halbuki biz “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözüyle büyümüş bir nesiliz. Fincancı katırlarını ürkütmeyeceğiz hesabı yapmamalıyız. Tepki, yerinde ve zamanında verildiği takdirde bir anlam ifade eder. Böyle olacak ki adam konuştuğuna pişman olacak, bir daha da böyle herzeler yemeyecek. Bizim bu sessizliğimizle birkaç yıl sonra Sayın Üstün Dökmen, “Ben başörtülülerden rehber öğretmen olamayacağını beni davet eden başörtülü bir milli eğitim müdürünün gözünün içine bakarak söylemiş kimseyim” demeyeceği ne malum?

Son söz, burada Sakarya’daki olay güncel olduğu için bu örneği verdim. Maalesef çoğu yerde tepkisiz kaldığımız doğrudur. Artık dindar mütedeyyin kesim, haksızlık karşısında sesini yükseltmeli, inisiyatif alabilmelidir. Yoksa üzerimize daha çok gelirler. Gözümüzün içine baka baka bize hakaret bile edebilirler.

Yorumlar

  1. Çok haklısın kardeşim. MEM müdiresi başta olmak üzere hepsi tepki göstermeliydi. En azından protosto edip salonu başaltabilirlerdi. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dersek o yılan senin sevdijlerinden başlayarak bir gün seni de sokar. Bu korkaklığımız ve pasifliğimiz nereye kadar. Öğle zannediyorum ki o toplantıya gelenlerin hepsi muhafazakar kesimdir. O konuşmacıya hemen orada haddini bildirmeleri lazımdı. Müdirenin gerekçelerini bilmiyorum ama en azından konuşmacıların bunu yapmaları gerekirdi. Bir daha ne o ne de başkası böyle bir konuşmaya cesaret edemezdi. Düşün ki böyle bir iktidar döneminde böyle bir konuşma yapılıyor. Ya kendi iktidarları zamanı olsa Allah bilir daha neler söyler neler yapar. Allah bizi onların eline düşürmesin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amin Hocam. Burada müdire veya bir başkası değil. Bizim kesimin genel bir hastalığı bu maalesef. Halihazırda ilk başta tepki göstermesi gereken müdürlerimiz de liyakatten ziyade sadakat üzere atandığı için tepki gösteremezler. Çünkü özellikle atamalarda bize karşı gelmeyecek insanları seçiyoruz. Bize karşı gelmeyen, bize tepki gösteremeyen bir başkasına tepki gösterebilir mi? Hele bir de koltuğa yapışmışsak çok zor. Merak ediyorum sadece başörtülü olması ve geçmişte başörtüsünden mağdur olması atanması için yeter sebep mi? Haydi hanımefendi konuşmayı duymadı. Salonda mutlaka görevlendirdiği yardımcısı veya şube müdürü var. Bir kısım öğretmen tepki gösterir çıkarken sanırım izlemişler sadece. ve müdür geldiği zaman da durum bundan ibaret dememişler. Baştan sona ihmal var ve karar verme, tepki gösterme iradesi var.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde