Ana içeriğe atla

Pasif İyiler İnisiyatif Alamaz? (1)

2015 veya 2016 yılında bir TEOG sınavı sonrasında bir STK, kendi üyesi olan okul müdürlerini ve okul temsilcilerini istişare toplantısı adı altında öğretmen evinde yemekli bir toplantı yaptı. Kenarda küçük bir okulda görev yapan ben de katıldım bu toplantıya. Toplantıdan sonra akşam namazları kılındı, çaylar içildi. İstişare için salona geçildi.

İlçe şube başkanı başta olmak üzere toplantıya katılan şube müdürleri kısa bir selamlama konuşması yaptılar. Bildik konuşmaydı hepsinin yaptığı konuşma. Her konuşmacı alkışlarla uğurlandı yerine. Kürsüye bir şube müdürü daha çıktı: Arkadaşlar! Bu müdürlerle bu TEOG sınavının altından nasıl kalkacağız diye endişelenmiştim. Bereket bir sorun çıkmadı, korktuğum başımıza gelmedi. Hepinize iyi akşamlar diliyorum" diyerek konuşmasını bitirdi. Bu konuşmacı da tıpkı diğerleri gibi alkışlarla yerine uğurlanırken en arkada oturan ben, elimi kaldırarak ısrarla söz istedim. Nasılsa bu toplantı bir istişare toplantısıydı. Hep monolog şeklinde devam edecek değildi ya. Ben de bu konuda bir şeyler söyleyerek toplantıya katkı sunmak istedim. Ama konuşmacı şube müdürü, söz istediğimi gördüğü halde "sonra sonra" diyerek söz hakkı vermeden yerine geçti.

Protokol konuşmalarıyla devam eden istişare toplantımızın son konuşmacısı STK'nın il temsilcisiydi. Sayın başkan diğer konuşmacılara göre doğal olarak daha uzun bir konuşma yaptı. İyi dilek ve temennilerle toplantıyı bitirirken fazlaca alkış aldı.  O kürsüden ayrılmadan şansımı bir kez daha deneyeyim deyip elimi tekrar kaldırdım. Sayın başkan ismimi zikrederek buyur hocam dedi. Ayağa kalktım, söz hakkı verdiği için kendisine teşekkür ettim. Ardından "Sayın hocam, az önce okul müdürleri hakkında 'Bu müdürlerle bu sınavı nasıl yapacağız' şeklinde endişesini dile getirerek okul müdürlerine güvensizliğini izhar eden sayın şube müdürü için okul müdürleri adına bir şey söyleme istiyorum: Biz okul müdürleri, bu şube müdürleriyle eğitim ve öğretim işleri nasıl yürüyecek diye hiç endişe etmedik. Çünkü biz onlara güvendik" dedim, bitirdim konuşmamı.

Sonra ne mi oldu? Salonda bir alkış tufanı koptu. Kim bu konuşan diyerek oturduğu yerden arkaya dönerek bakan bakana. Ardından salon boşalmaya başladı. Ben yerimden kalkmadan beni tanıyan, tanımayan çok kişi yanıma geldi: "Hocam! Duygularımıza tercüman oldunuz, sizi tebrik ederiz" diyerek teşekkürlerini ifade ettiler. Tebrik  sadece salondan ibaret kalmadı. Birkaç hafta sonra beni çarşıda görüp "Hocam, beni tanımıyorsunuz ama öğretmen evindeki toplantıda şube müdürüne verdiğiniz cevap konusunda sizi tebrik edememiştim. Sizi tekrar tebrik ediyorum" diyen de oldu.

Şube müdürüne verdiğim cevabın salondan olumlu tepki göreceğini, daha doğrusu nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Doğrusu gelen tepkiler hoşuma gitti, gururumu okşadı. Ben neymişim be abi dedim kendi kendime.

Şimdi geleyim sadede. Bayram değil, seyran değil, başımdan geçen bu anıyı niçin anlattım? Bunu da yazımın devamında ifade edeyim. (Devam edecek)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde