Nasıl ki vücudumuza
zaman zaman bir hastalık sirayet eder. Biz bu hastalığı ağrı veya sızı ile
biliriz. Bazen de vücut zayıf düşer, yatağa duçar oluruz. Bu durumda vücudu
kendi haline bırakmaz, tedavi için olması gereken tüm yollara başvururuz.
Sahasında uzman bir hekimi arar, buluruz. İlk muayenesinden sonra hekimin
istediği tahlil ve tetkikleri yaptırırız. Eldeki veri ve sonuçlara göre doktor
bize bir tedavi yöntemi uygular: Ya ilaçla tedavi önerir ya da cerrahi müdahaleye
karar verir. Tedavinin sonuç verip vermediğini kontrol için doktor, bizi bir
müddet sonra tekrar kontrole çağırır. Hastalığımız iyileşmeye yüz tutmuşsa
doktor aynı tedavinin devamına karar verir. İyileşme söz konusu değilse farklı
tedavi önerir. Biz bu doktorun tedavi yöntemi bize fayda vermeyeceğine kanaat
getirirsek gerekirse başka bir doktorun kapısını çalarız. Tüm çabamız
hastalıktan şifa bulmamız üzerinedir.
Ben toplumları da insan
vücuduna benzetirim. Nasıl ki vücut hastalanıyor ve teşhis ve tedaviye ihtiyaç
duyuyorsa toplumlar da ekonomik, siyasi, sosyal, ahlaki, dini vb. yönden zaafa düştüğü
zaman hastalanabilir, teşhis ve tedaviye ihtiyaç duyar. Vücudun hastalanması
biyolojik bir yasa ise toplumların hastalığı da toplumsal bir yasadır. Buna
Allah'ın kanunu/sünneti anlamında sünnetullah diyoruz.
Vücudun hastalığına
ağrı-sızı dolayısıyla zamanında müdahale edebiliyor ve derman arayışına
girebiliyorsak toplumların hastalığında da tedavi için bir arayışa gireriz. Fakat
toplumsal hastalığın farkına birden varamayabiliriz. Biz farkına vardığımız
zaman hastalık kronikleşmiş ve toplumun çoğuna sirayet etmiş olabilir. Hastalık
durumuna göre vücudun tedavi süreci de uzun ve masraflı olabilir. Fakat
toplumların tedavisi çok daha uzun bir zamana gereksinim duyar. Tıpkı vücudun
hastalığında tedavi için hastanın onayı gerekiyorsa toplumların hastalığında da
toplumun onay ve tasvibi gerekir. Değilse tedavi ve çözüm fayda vermez.
Vücudun hastalığında
kime ve nereye müracaat edeceğimizi biliyoruz. Ya toplumsal zaaf ve hastalıklarımız
için kime ve nereye müracaat edeceğimizi biliyor muyuz? Biliyorsak da önerilen
tedaviyi kabul edebilecek miyiz? Çünkü toplumsal hastalıklarda işin içerisine
nefis, menfaat, inanç ve değerler girebiliyor.
Toplumsal hastalık ve
zaaflarımızdan kurtulmak için bizim hekimlerimiz kimlerdir? Bunun cevabı,
biyolojik hastalıklarda olduğu gibi doktor ve hastaneler değildir. Toplumsal
hastalıklara çözüm önerecek kişiler de toplumun içerisinde yaşayan kişilerdir.
Bunlar duruma göre toplumun dertlerini dert edinen bilim adamları, yazar ve
çizerler, din alimleri vs olmalıdır. Aydın diyebileceğimiz bu kişilere bu
görevi Ali İmran süresi 104.ayetin mealinde Allah: “Sizden, hayra çağıran,
iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa
erenler onlardır.” demek suretiyle bir misyon yüklemektedir.
Toplumda herkesin
sustuğu, susturulduğu, korku dağlarının yaratıldığı, konuşanın dışlandığı bir
ortamda, mağdurların hakkını arayacak ve dile getirecek, onların sesi olacak
yazar-çizer ve konuşanlar bulunmalıdır. Parolamız “Susma! Sustukça sıra sana
gelecek” olmalıdır. Ahlaki dejenerasyonun önüne geçmek için birileri inisiyatif
almalıdır. Gerekirse bu konuda bedel ödenmelidir. Herkes “ne olur, ne olmaz,
bana dokunmayan yılan bin yaşasın, bana ne, dünyayı ben mi kurtaracağım” derse toplumdaki
bu hastalık üzüm üzüme baka baka kararız misali bir gün bizi de karartır. Kendimizi
karartamasa bile ailemizden bireylere sirayet eder. Çünkü bu hastalık bir
vücudun hastalığına benzemez. Tüm toplumu bir çöküntüye götürür. Bu da sonumuz
demektir.
Dikkat! Hırslarımız,
kendimizle beraber toplumu da yok edebilir. En azından insanlar yazıp çizsin,
konuşsun. Yazılıp çizilenlere sadece toplumun değil, kendimizin de ihtiyacı
olabilir.
***12/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
***12/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder