Ana içeriğe atla

İyi ki Varlar! ***


Bazı insanlar vardır, sözünü budaktan esirgemez. Doğrucu Davut görevi yaparlar toplumda. Birileri kınarmış, ayıplarmış, işimden olurmuşum, dışlanırmışım diye bir endişe taşımazlar. Konuşurken ve yazarken fincancı katırlarını ürkütürüm demezler. Ucu kime dokunursa dokunsun, herkes ayağını denk alsın derler. Hiç rızık endişesi taşımazlar. Haksızlığa karşı tahammülleri yoktur. Hemen mağdurun yanında yer alırlar.

Çoğul eki kullanıyorum. Sayıları çok anlaşılmasın. Toplumda bir elin parmaklarını geçmez bunlar. Sayıları az olsa da iyi ki var böyleleri! Birileri mağduriyet yaşadığı zaman seslerini bunlar yükseltir, konuyu köşelerine taşırlar.

Belli güç merkezlerinin hoşuna gitmese de halk tarafından sevilen ve sayılan kişilerdir bu tipler.

İmkanları çok mu iyi bu tiplerin? Sanmıyorum. Kiminin sadece bir gazete köşesi var, kiminin yazdığı kitapları. Kendi yağıyla kavruluyorlar dense yeridir.

Bu tiplerin bu şekilde cesur olmasının nedeni herhalde sırtlarında yumurta küfesi olmadığındandır. Geldikleri yere veya yaptıkları işe kimseye eyvallah etmeden gelmişlerdir. Yani hak ederek gelmişlerdir. Menfaat bağıyla birilerine bağlı değildirler. Kimseye minnet borçları yoktur.

İçimizde birilerine haksızlık yapıldı diyen milyonlar var. Ama bunlar sessiz milyonlardır. Asla haksızlık yapıldı diye ortaya çıkmazlar. Sessiz kalmayı yeğlerler. Çünkü konuşursam ne olur, ne olmaz, ekmeğimle oynarlar endişesini taşırlar. Bulundukları statünün yok olacağını düşünürler. Ayrıca geldikleri yere birilerinin yardımıyla geldiklerini bilirler. O yüzden haksızlık yapıldıklarını bildikleri halde mağdurun yanında görünmedikleri gibi aynı karede de yer almak istemezler. Kendilerini güce teslim etmiş kişilerdir bunlar. Rızık, makam ve statü endişesi taşırlar, ağrımaz başım ağrısın istemezler...

Mağdurun en çok zoruna giden de başına gelenden ziyade dün sorun yokken yanında olan dostlarının bugün sessiz kalmalarıdır. Zaten ne çekiyorsak gölgesinden korkan bu sessiz yığınlardan çekmiyor muyuz?

Milyonlarca iyi olup sessiz yığınlar olacağımıza sesini yükselten birkaç cesura destek olsak göz göre göre birilerine haksızlık yapılmaz. Ama maalesef mağdurun yanında yer alamıyoruz.

Sessiz pasif milyonlara rağmen iyi ki sesini çıkaran, bu kadar da olmaz diyen birkaç aykırı ses gönlümüze su serpiyor, derdimize tercüman oluyor. Bunlar bedeli ne olursa olsun, dilsiz şeytan olmayı tercih etmeyenlerdir. İyi ki var böyleleri! Allah sayılarını artırsın.

Konu buraya gelmişken Ebu Zer el-Gıfari’yi anmasak olmaz. Günümüzde ne de çok ihtiyacımız var Ebu Zer el-Gıfari gibi misyon üstlenecek kişilere. O ki yaptıklarından dolayı Hz Osman’a da karşı çıkmış, Muaviye’ye de. Hep yalnız kalmış, yanlış yaşamış ve yalnız gitmiş. Allah razı olsun kendisinden.

***14/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde