Ana içeriğe atla

Şu Çocuktaki Samimiyet Bende de Olsaydı! *


Recep üç ayların ilk ayıdır. Cuma günü Recep ayının ilk günü idi. Konya yöresinde bugüne ilk namaz da denir. Peygamberimiz "Recep Allah'ın, Şaban benim, Ramazan ümmetimin ayı" demiş ve üç ayları özellikle recep ayının çoğunu oruçlu geçirmiştir. Yine peygamberimiz "Ey Allah'ım! Recep ve şabanı bize mübarek kıl ve bizi ramazana kavuştur" diye dua etmiştir.

Ramazanın muştusu recep, bir ayrı karşılanır Konya'da. Gecesi Regaip olan gecenin gündüzünü oruçlu geçirdi çoğu kimse. Akşamında fener alayları düzenlendi. Lastikler yakıldı, üzerinden atlandı, her sene olduğu gibi.

Çocuklar için adeta bir bayramdı bugün, hatta bayramdan öte özel bir gün. Topluca okuldan firar ettiler. Okullar resmen tatil değilse de fiili tatil yaptılar. Birlikte ellerinde poşet, ev ev gezerek  tanıdık-tanımadık  herkesin kapısını çaldılar: Şivlilik topladılar.

Çaldıkları her evden hiçbiri boş dönmedi. Çünkü evlerimiz hazırlığını yaptı önceden. Çocukları sevindirmek için bakkal ve marketten çekti geldi gücü nispetinde herkes. Bayramda bu kadar misafir gelmez, bu kadar zile basılmaz. Çocuklar neşelenirken evlerimiz de şenlendi bu şekilde.

Ev ev gezerek poşetini veya torbasını dolduran çocuğun keyfine diyecek olmaz. Yediğini yer, yemediğini "Ben bunu toplayıncaya kadar anam ağladı" demez, nasibinden büyüklere de dağıtır. Çocuklar bu mutluluğu yaşarken büyükler de çocuklara gıpta ederler: Çocuk olmak varmış bu devirde. Benim de çıkıp toplayasım geldi, derler.
*
Çocuklar dersi kırıp bayram ederken biz de öğrenci yokluğunda okulda pinekledik gün boyu.

Cuma günü okula vardığımızda perşembenin kaçakları okuldaydı. İlk dersime girdiğim 5.sınıftan bir öğrenci, dersimi işlerken yanıma geldi. Benim duyacağım  şekilde "Öğretmenim oruç musun," dedi. Değilim dedim. Az sonra yanından geçerken "Ben orucum da" dedi. Maşallah, Allah kabul etsin dedim.

Büyüklerin bir kısmı, rebiülahirin son günü olan perşembeyi ve recebin ilk günü olan cumayı oruçlu geçirirken daha 11 yaşında 5.sınıf bir çocuğun oruçlu olması beni duygulandırdı. Duygulandırmakla kalmadı, utandırdı beni. Daha doğrusu ben utandım. Gıpta ettim kendisine. Helal olsun be çocuk sana dedim. Bir daha utandım kendimden. Nasıl utanmam ki! Çocukluğunun baharında daha ergen bile olmamış, sorumluluğunu üslenmemiş, masum mu masum bir çocuk, sevap diye oruç tutuyor. Hiç zerre kadar riya da yok tuttuğu oruçta. Bir ayağı çukurda biri olarak keşke şu çocuktaki samimiyet bende de olsaydı dedim. Öyle ya, bu yaşta bu çocuk sevap diye oruç tutuyorsa ben hayli hayli tutmalıydım.

Çocuğu derste ve teneffüslerde gözlemledim. Hiç oruç emaresi bile yoktu hal ve hareketlerinde. Ders boyunca herkesten çok derse katıldı.

Geriye dönüşümüz, çocuk olmamız mümkün değil. Ama bu çocuk gibi bir çocuk olmak isterdim geriye dönüşüm olsaydı. Allah bu çocuktaki samimiyeti biz büyüklere de versin. Bu çocuk ve diğer çocuklar büyüdükleri zaman şimdiki içtenliklerinden hiçbir şey kaybetmesinler. İnşallah! Hep şimdiki gibi doğal ve masum kalsınlar...

* 11/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde