Ana içeriğe atla

Halit b. Velit *

Halit b. Velit, "Zalimden alim, alimden zalim doğar" misali İslam'ın ve peygamberimizin azılı düşmanlarından olan Velid b. Muğire'nin oğludur. Uhud Savaşında Müslümanlara kök söktüren bir komutandır. Hudeybiye Anlaşmasının ardından Müslüman olmuş ve komutanı olduğu yüzden fazla savaştan yenilgi almamış belki de tarihte tek şahsiyettir. Savaşlarda aldığı kılıç darbelerine rağmen şehitlik mertebesine ulaşamamış ve yatağında vefat etmiştir.
Peygamberimizin Seyfullah (Allah'ın kılıcı) unvanı verdiği bir sahabidir. 
Peygamberimiz, Hz Ebu Bekir ve Hz  Ömer zamanında başkomutanlık yapan bu önemli şahsiyeti Hz Ömer, Yermük Savaşında başkomutanlıktan azleder. Buna rağmen Halit, küsüp kırılıp bir kenara çekilmez. Savaşlarda bir nefer olarak vazifesini yapmaya devam eder.
Girdiği her savaşı kazanan, başarılı bir komutanı Hz Ömer, niçin görevden almıştır? Düşündürücü değil mi? Halit savaşta başarısız mı oldu? Hayır. Sert kişiliği, bazı kişilere bağışta bulunması ve bütün zaferlerin başkaları tarafından kendisine mal edilmesi gibi gerekçeler yüzünden Hz Ömer, Halit'i başkomutanlıktan alır.
Hz Ömer'in başarının zirvesinde birini görevden alması manidar değil mi? Büyük cesaret ister. Öyle zannediyorum Hz Ömer, Müslümanlar arasında "Komutan Halit ise o savaş kaybedilmez. Savaşların kazanılması Halit sayesindedir" anlayışını yıkmak ve bir başkasıyla da savaşların kazanılabileceğini göstermek istemiştir. Yine Halid'in sert kişiliği belki bazı insanların kalbini kırmasına sebebiyet vermiştir. Ama en etkili gerekçenin "Bu davanın başarısının kişilere bağlı bir başarı olmadığı, yolun doğru ise bu işi yapacak başka liderlerin de olabileceği" iradesinin ortaya konmasıdır. 
Hz Ömer bu tasarrufuyla Halit b. Velid'i de korumuştur. Çünkü herkesin güvendiği, bir efsane olarak gördüğü Halit, bir gün bir savaşı kaybedebilirdi. Bu da Halit'in karizmayı çizdirmesine sebebiyet verebilirdi. Halit bu vesileyle başarısını zirvedeyken bırakmış ve Müslümanların gönlünde taht kurmuştur. Bu süreç içerisinde Halit de kendisini sorgulamış olabilir. Çünkü yüzden fazla savaş yapan, savaştan savaşa koşan birinin yorgunluktan dolayı hata ve yanlış yapmaması mümkün değildir. Belki bu süreçte yüzlerce insanın kalbini kırmıştır. Belki de Halit, “Bu işler bensiz olmaz” anlayışına girmiş olabilir. Çünkü Halit de nefis taşıyan birisidir. Hasılı Ömer, kişilerin vazgeçilmez olmadığını göstermiştir. Allah Halit'ten de Ömer'den de razı olsun. Yerinde ve zamanında inisiyatif alan ve başarıdan başarıya koşarak gönüllerde taht kuranlardan eylesin ve sayılarını artırsın.
Burada -kısaca- başarılı bir İslam komutanından ve bu komutanla ilgili inisiyatif alan Hz Ömer'den bahsetmeye çalıştım. Bu muhteşem ikiliyi ele alma niyetim, günümüze ışık tutması. Çünkü iki tarihi şahsiyetten çıkaracağımız dersler vardır:
*Bir dava için yola çıkanlarda başarı kişilere endeksli olmamalı.
*Başarılı kişiler bir yenilgi almadan işi zirvedeyken bırakabilmeli ve bilgi, birikim ve tecrübesinden camiası faydalanmalı. Her zaman görüşüne başvurulan bir kişi olarak destek vermeye devam etmeli ve aranan eleman olmalı.
*Bir yola baş koyanların içinde birden fazla liderlik potansiyelini taşıyan insanlara yer verilmeli. Lidere bir şey olduğu takdirde bayrağı içinden biri alabilmeli. Yerine gelen de liderini aratmamalı. Bu durumu bir futbol maçına benzetirsek, futbol maçını kazanmak için tek futbolcu üzerine yatırım yapmak yanlıştır. Sakatlık vb nedenlerle yerine giren futbolcu da aynı işlevi yerine getirmeli ve maçı kotarmalı. Çünkü tek kişi üzerine yüklenmek, her şeyi ondan beklemek o futbolcuya yapılan en büyük kötülük ve eziyettir.
*Dava kişilerin ölümüyle sona ermemeli, ilanihaye devam etmeli. Bunun yolu da kişilere dayalı başarıdan ziyade ekip ruhuyla mümkün olur. Yani kurumsallaşmadan geçer.
*03/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde