Ana içeriğe atla

Duydum ki Selamsız, Sabahsızmışsın!

Duydum ki selam vermiyormuşsun tanıdıklarına! Sebep ne ola ki? Selam vermek caiz değil mi yoksa? 

Bil ki selam Allah'ın selamı. Peygamber der ki "Aranızda selamı yayınız. Tanıdığınıza ve tanımadığınıza selam veriniz." Bak burada peygamber "Selamda seçici ol, dilediğine ver, dilediğine verme" demiyor. O halde derdin ne? Selama düşman mısın ya da barış, esenlik olan selamı gereksiz mi görüyorsun?

Bil ki selam, karşılıklı iyi dilek ve temennide bulunmaktır, karşılıklı dualaşmaktır. Duaya ihtiyacın mı yok? Pirüpak mısın yoksa?

Sana selam alıp verdirmeyen yoksa kibrin mi? Bil ki kibir Müslüman'a yakışmaz. Müslüman'a yakışan alçak gönüllülüktür. Zira kibir şeytanın özelliğidir. Bir kibir yüzünden ahiretini berhaba etme!

Selama mı tenezzül etmiyorsun yoksa ast-üst ilişkisi mi bu yaptığın? O zaman sen astına tekme sallayan, üstüne kuyruk sallayanlar familyasındansın. Ben astımın selamını almam, selam da vermem. Benim gözüm kulağım üstümde mi diyorsun? Eğer böyle düşünüyorsan bu, sağlıklı ve normal bir insanın bakış açısı değildir. Tedavi görmen gerekir. Çünkü selam aynı zamanda bir iletişim aracıdır, bir nezaket kuralıdır. Eğer bir yerde amme hizmeti görüyorsan en azından iletişim için selam alıp selam vermelisin. 

Selam konusunda istediğine verme seçiciliğin varsa bu yaptığın kinciliktir. O zaman sen iyi bir kindarsın. İşgal ettiğin koltuk kindarlık makamı değildir. Çok duygusal ve alıngan isen oturduğun koltuk bunu götürmez. Ancak sorun üretir. Çünkü o koltuğa oturmanın bedeli rahat etmen değil, sorunu çözmendir. Sorun çözmeye yanaşmıyorsan özgüvenin yok. Hangisi isen hepsi ahlaki birer sorundur. 

Oturduğun koltukta bir elin parmaklarını geçmeyecek şekilde birileriyle oturup kalkıyor, selam alıp veriyor ve çoğunluk sana veya sen çoğunluğa mesafeli isen kusura bakma da sen sorunun tam kaynağısın. Acınacak haldesin ama farkında olduğunu sanmıyorum.

Bildiğim kadarıyla namaz kılıyorsun. Allah kabul etsin. Ama sana üzücü bir haberim var. O kıldığın namazda maalesef selam var, hem namaz kılarken hem de namazdan çıkarken. Yani oturunca tahiyyatı okuyorsun ya. İşte o tahiyyat başlı başına bir iletişim ve duadır. Allah peygamberle konuşur, ona selam eder ve biz, bize ve Allah'ın iyi kullarına karşılıklı dua ederiz ve namazdan çıkarken sağa ve sola selam vererek çıkarız. Umarım bu açıklamamdan sonra içi-dışı selammış deyip namazı bırakıvermezsin. Biliyorum böyle bir şeyi düşünmek bile akla muhaldir. Ama konu sen olunca düşünmeden edemiyor insan.

Hasılı, içinde ne fırtınalar kopuyor bilmiyorum. Çünkü kapalı kutusun. Bildiğim dışına sızan yönün. İşte bu yönün iyi bir görüntü vermiyor. Bence kişi kendisinin doktorudur. Önce kendini tedavi ederek başla bu işe. Yok, ben buyum; kime, ne diyorsan, biliyorum senden iyilik sudur olmaz, ama en azından memlekete bir iyilik yap, oturduğun koltuğu boşalt. Biliyorum, gelen gideni aratır. En azından selamlı biri gelir o koltuğa.


Yorumlar

  1. Hocam yazılarınızı takip ediyorum, bu yazınızı okuyunca M.akif in Asım şiirinden bir muallim tasviri aklıma geldi paylaşmak istedim.
    Maalesef böyleleri her dönemde varmış.
    ...
    Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama...
    Bâri bir parça alışsaydı ya son son, arama!
    Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı.
    Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı,
    Bir bakar insana yan yan ki, yuz olmuş manda,
    Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda.
    Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya... Hayır,
    Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır
    ...

    YanıtlaSil
  2. Mehmet Akif'in Asım şiirindeki öğretmen tasviri güzelmiş. Aklıma gelmedi. Şayet hatırlasaydım bu yazıya tam uygun düşermiş. Bu vesileyle hatırlamış oldum. Çok teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde