Ana içeriğe atla

Bak Postacı Geliyor! *


Postacıları bilirsiniz. Şu anki işlevleri nasıl bilmiyorum ama bir zaman önemli görevler ifa ediyorlardı. Mektup, telgraf, tebrikleşme uzun süre postacıların eliyle yürütüldü. Mektup, telgraf, APS, iadeli taahhütlü vs mektuplar artık bugün pek kullanılmıyor. Bunun yerine postacılar kargo işine ağırlık vermeye başladı. Bir de e tanzim adı altında sebze ve meyve siparişi verenlerin isteklerini yerine getiriyor şimdilerde.

Postacılar haberleşme işini yaparken gelen evrakı adrese teslim yapar. Yani kendinden bir şey katmaz. Belki de bu yüzden adlarına postacı dendi. 

Postacıları yazarken yaptıkları görevi küçümsüyor değilim. Çünkü telefon ve iletişim ağlarının olmadığı ya da çok yoğun kullanılmadığı zamanlarda taraflar arasında aracı olmak suretiyle haber getirdi, haber götürdü. Yani iki taraf arasında emanetçi rolü üstlendi. Bu görevi yaparken de aracı kurum olarak taraflardan haberleşme bedeli aldı. Bu da doğaldır. Çünkü bu işler parasız dönmez.

Bayram değil, seyran değil, postacıların kuruluş yıldönümü değil, şimdi bu postacı muhabbeti nereden çıktı diyebilirsiniz. Doğrusunu isterseniz bir gün postacıları kaleme alacağım hiç aklıma gelmezdi. Aslında adımıza postacı denmese de yeri geldiği zaman her birimiz birer postacıyız. Çünkü bazen biriyle konuşurken veya yeni tanışırken ortak tanıdıklarımız ortaya çıkabiliyor. Vedalaşırken falan beye selamımı iletirsen sevinirim deriz. Hasılı bizim postacılığımız selam alıp selam götürmek. Postacılar bu işi profesyonelce yaparken bizimki amatörce. Bir diğer farkı, postacı kendinden bir şey katmazken biz başüstüne, aleyküm selam gibi kendimizden bir şeyler katarız. 

Amatörce postacılık yapmayı en azından ben böyle bilirdim. Bugün birini gördüm ki birinin selamını getirdi. Tam profesyonelce idi. Daha postacılar ölmemiş dedim. Niye derseniz? Selamı getiren, selam vermeyen ve selam almayan biri. Selam alıp veriyorsa da çok seçici. Getirdiği selam, üstündendi. Postacılık görevini layıkıyla yaptı. Çünkü kendinden bir şey katmadı. Ne diyelim? Yok olmaya yüz tutmuş postacılığı yaşatan bu kişiyi tebrik etmek lazım. Tek kusuru, küçüklüğümüzde öğrendiğimiz postacı profiline pek uymuyor. Çünkü biz postacıyı;
"Bak postacı geliyor, selam veriyor,
Herkes ona bakıyor, merak ediyor,
Çok teşekkür ederim postacı sana,
Pek sevinçli haberler getirdin bana..."
Şeklinde öğrendik. Yani postacı selam verirmiş. Bu ise ne selam veriyor ne de selam alıyor. Postacı merak uyandırırmış, bu merak uyandırmadığı gibi sevinç de uyandırmadı. Bu yüzden bir teşekkürü de hak etmedi. Çünkü selam gönderen bizi tanımaz, biz de onu tanımayız. Selamı getiren de selamsız, sabahsız biri zaten...

*14/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde