Ana içeriğe atla

Kendini Anlatmanın Yolu, Rakibini Kötülemek Değildir ***


Adamın biri işsiz kalır, araya araya bir yerde iş bulur. Kendisinden arazideki çamuru temizlemesi istenir. Adam kısa zamanda çok miktardaki çamuru atar. Patron bu duruma çok sevinir. Çünkü işçinin ilk günkü temposundan memnun kalmıştır.

Patron, ikinci gün işçinin önüne soyması için bir çuval patates koyar. İşçi, akşama kadar çuvalın yarısını bile soyamaz. Patron bu duruma şaşırır ve sorar: "Be kardeşim! Dün akşama kadar birkaç kişinin ancak atabileceği çamuru tek başına atarak bir zoru başardın. Bugün sana daha kolay bir iş verdim. Oturduğun yerden bir çuval patatesi soyamadın, bu ne iş" der. İşçi: "Efendim! Ben daha önce siyasetçiydim. Çamur atmayı çok iyi bilirim. Ne de olsa mesleğim. Ama patatesi soymak bana zor geldi" der.

Malumunuz yine bir seçim arifesindeyiz. Parti liderleri ve adaylar seçim çalışması için sahadalar. İsterdim ki adaylar veya parti liderleri sahada kendilerini ve yapacaklarını anlatsın. Maalesef varsa yoksa rakip gördüklerini kötülüyorlar. Rakiplerini neredeyse yerin dibine geçirecekler. Fıkrada olduğu gibi durmadan birbirlerine çamur atıyorlar. Doğru mu bu yaptıkları? Bence doğru değil. Sahada veya ekranda rakibi kötüleyerek seçim propagandası yapmak hiç etik ve doğru değildir.

Propaganda sürecinde olması gereken, şehrin eksikliklerini tespit etmek, bunları hangi kaynakla, nasıl çözeceğini açıklamak olmalıdır. Tüm bunları yaparken rakiplerine karşı centilmenliği elden bırakmamalıdır, saygıda kusur etmemelidir. Tüm mücadele, şehrin sorunlarını diğer rakiplerimden daha iyi nasıl yapabilirim üzerine olmalıdır. Yapamayacağı vaadi dillendirmemelidir. Üç-beş oy için birbirlerinin yüzüne bakamayacak sözleri söylememelidir. 

Açıkçası siyasilerimizden temiz siyaset yapmalarını istiyorum. Eski siyaset tarzı bırakılsın artık. Siyasetin bir fazilet ve erdem yarışı olmasını canı gönülden arzu ediyorum. Kazanan, siyasi partilerden ziyade ülke olsun, şehirlerimiz olsun. Çünkü bugüne kadar şehirlerimizi hep bir belediye başkanı yönetti. Hiçbir şehir başkansız kalmadı. Hep kazanan bir başkan oldu. Başkanlar kazanırken şehirler kaybetti. Çünkü beton yığını binalar, kaçak yapılar, trafik keşmekeşliği, alt yapı sorunları aynen devam ediyor ve borçlu olmayan belediye yok gibidir. Maalesef belediyelerimizde şeffaflık eksik. Doğru dürüst denetim yok. Başkanların öncelikleri ile şehrin öncelikleri aynı değil. Her gelenin yaptığı, yeni gelene yüklü bir borç bırakmaktır.

Hasılı şehirlerin sorunu çok. Hepsi sorunlarını çözecek şehru'l eminini bekliyor. Başkan adaylarından ve parti liderlerinden beklediğim şehre katacakları kalitelerini konuşturmalarıdır. Rakipler kötülenerek şehir yönetilmez. 

*** 23/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde