Ana içeriğe atla

Sakarya'yı Yeniden Yüzüstü Yere Düşürenlere... ***


Türkiye giyim-kuşam ve fiziki görüntüden çok çekti. 2000'lere giden Türkiye'nin, 90'lı yılları bu kısır çekişmeyle geçti. Başörtülülerin yarasa, sıkma baş olarak görüldüğü ve kamusal alanın kendilerine zehir edildiği yıllardır o yıllar. Çok hayırla yâd edilmeyen bu yılların kudretli aktörleri şimdilerde pek ortalarda görünmüyor. Çünkü kimsenin yüzüne bakacak yüzleri yoktur. Üstelik prim yapmıyor.

2020'lere doğru yol aldığımız bugünlerde biz, bu milletin değerleriyle uğraşan, kılık kıyafetiyle insanımızı ayrıştıran zihniyet yok oldu, gerilerde kaldı derken bir bakmışsın etiketi prof olan bir psikolog, Sakarya'da içindeki kurtları döküveriyor, geçmişi yeniden hortlatıveriyor. Gündemi takip etmeyenler için Sayın Üstün Dökmen'in sözlerini buraya alayım. Sayın Dökmen konuşmasının satır arasında "Nasıl bir pilot sarhoş olmamalı, bir Hristiyan psikolog haç takmamalı ise; Rehberlik Öğretmeni de başörtülü olmaz! Meslek icra edilirken inşallah, maşallah, hayırlısıyla gibi cümleler sarf edilmemelidir!" deyiveriyor. Daha doğrusu bilinçaltında tuttuklarını kusuveriyor, başörtüsüne ve bir zihniyete düşmanlığını gösteriveriyor. Hem de bu konuşmayı, kendisini konuşma yapmak üzere davet eden başörtülü bir MEM müdürüne rağmen yapıveriyor. Bu konuşmanın üzerine başörtülü müdürümüz de "Çok haklısın hocam. Benden bir plaketi hak ettiniz. Bakmayın siz benim başörtü taktığıma. Ben de benden milli eğitim müdürü olmaz dedimse de başörtüm beni buraya taşıdı. Helal olsun size" dercesine kendisine bir plaket takdim ediyor.


Psikologların "Yaşamın sırrı çocukluk yıllarında gizli. Önemli olan çocukluğuna inmek gerek" dedikleri gibi bir psikolog olan Üstün Dökmen de içinde sakladığını böylece ortaya çıkarıveriyor. Bence program başarıya ulaşmış. Çünkü Üstün Dökmen'in çocukluğu ve zihniyeti, programda ayan beyan ortaya çıkmıştır. Yani tedavisi var mı bilmiyorum ama konuşmacının bir klinik psikologa gitmesinde fayda vardır. Kendisi de bir klinik psikolog olan Sayın Dökmen, bugüne kadar kaç kişinin yarasına merhem oldu, bilmiyorum. Ama umarım kendisini tedavi edecek bir psikologumuz vardır. Yoksa yazık olur, Prof olmuş ama ... olamamış profumuza.


Bir söz de taktığı başörtünün sorumluluğunu taşıyamayan MEM müdürümüze söyleyelim. Be müdürüm! Kendi üzerinden tüm başörtülere hakaret ettirmek için mi organize ettin bu programı? Başka birini bulamadın mı? Böyle konuşma yapması için Sayın Dökmen bu cesareti kimden aldı, yoksa sizden mi aldı? Haydi bilmiyordun, zihniyetine düşman birini konuşmacı olarak şehrine davet ettin. Sayın Dökmen de fırsat bu fırsat deyip içindeki zehri boşalttı. Ya Rabbi, şükür dercesine plaket vermeni nereye koyacağız? Bir şehrin eğitim liderliğine soyunan olarak böyle nahoş bir durumda, aynı anda karar alabilen biri olabilmeliydin ve mikrofonu eline alarak “Sayın Dökmen’in bu konuşması talihsiz bir konuşma olmuştur, etiketine yakışmamıştır” diyebilmen gerekirdi…Ama gördüğüm kadarıyla bu liderliği yapamadınız.


Bence oturduğunuz koltuk size birkaç numara birden büyük. Ananızdan müdür olarak doğmadınız. Bu iş bana göre değil, taktığım örtünün altında eziliyorum. Bu iş, buraya kadar" deyip çekilin köşenize veya gidin öğretmenliğini yapın. Çünkü biz, dışlanmış ve horlanmış bir zihniyete “Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” diyerek ayağa kaldırmaya çalışırken siz, Sakarya’yı yeniden yüzüstü yere düşürdünüz. Bundan dolayı birileri istifanı ver demeden o başörtünün hatırına verin istifanızı. Bir daha da dostunu, düşmanını bil, olmaz mı?


Not: Skandal seminerle ilgili bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Sakarya Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş, "Kendisinin de 28 Şubat başörtüsü mağduru olduğunu, o süreçte 6 yıl örtüsü sebebi ile mesleğini yapamadığını, rehber öğretmenlere yönelik seminer boyunca programda olmadığını, programın bitiminde salona geldiğini, Dökmen’in programda sarf ettiği sözleri duymadığını ve orada herhangi bir arkadaşının bu konuda kendisine bilgi vermediğini ve bundan dolayı herhangi bir tepki göstermediğini ve toplantıyı bitirmediğini, böyle şeylere prim verecek biri olmadığını" açıklamış. Açıklamasına göre burada Sayın Müdirenin bir suçu ve kastı yok. Ama bu konularda uyanık olmasında fayda var. Zihniyeti belli, köhnemiş bir ideolojiyi savunan birinin rehber öğretmenlere verebileceği bir şeyi olamayacağını hesaba katmalıydı.


***09/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde