Ana içeriğe atla

Klinik Bir Vaka *


Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğünün rehber öğretmenlere yönelik olarak düzenlediği seminerin konuğu klinik psikoloji uzmanı Prof. Dr. Üstün Dökmen.

Kimdir Üstün Dökmen? Klinik psikolojide kariyer yapmış biri. Ne demek klinik psikoloji? "Klinik psikoloji bireyin zihinsel, davranışsal ve duygusal bozukluklarını inceleyen psikoloji dalıdır. Psikoterapi yöntemlerini sıklıkla kullanan klinik psikoloji; araştırma, öğretim ve program geliştirme konularıyla da uğraşmaktadır."  

Seminerin verildiği kitle psikolojik danışman ve rehber öğretmenler olunca böyle bir kitleye klinik psikolojide uzmanlık yapmış bir kişinin davet edilmesi biçilmiş kaftan olur. Üstün Dökmen de bunlardan biridir. Kendisini anlayabilecek kitlesini görünce Sayın Profesör içini boşaltır. Daha doğrusu kinini kusar: "Nasıl bir pilot sarhoş olmamalı, bir Hristiyan psikolog haç takmamalı ise; Rehberlik Öğretmeni de başörtülü biri olmaz. Meslek icra edilirken inşallah, maşallah, hayırlısıyla gibi cümleler sarf edilmemelidir!" der.

Gördünüz değil mi bilim adamının konuşmasını? Bence not edin bu konuşmayı. Çünkü her yerde duyamazsınız böyle konuşmayı. Yanlış ile doğruyu bir cümle içerisine karıştırarak verme sanatını ancak böyle bilim adamları yapabilir. Sarhoş pilot ile başörtülü rehber öğretmeni birbirine kıyaslamak öyle her adamın harcı değildir. Bereket başörtülü rehber öğretmen olamaz diyor. İnsan olamaz da diyebilirdi.

Ben psikolojiden, rehberlikten pek anlamam. Hele Hoca'nın dirsek çürüttüğü klinik psikolojiden hiç anlamam. Anladığım bir şey var, klinik psikolojide bireyin zihinsel, davranışsal ve duygusal bozukluklarını inceleyen Sayın Dökmen'in "Kendisi himmete muhtaç dede/nerde kaldı gayriye himmet ede" misali, bırakın başkasına merhem olmayı, bu konuşmasıyla kendisi klinik bir vakadır. Herkesten önce kendisinin tedavi olması gerekiyor. Bu alanda çalışanlar, inceleme yapmak için Hoca'yı kliniğe davet ederlerse çok iyi bir iş çıkarmış olurlar.

Üstün Dökmen ismini duyardım ama kendisini hiç dinleme şerefine nail olmamıştım. Geçen gün Habertürk TV'de TÜİK'in mutluluk vb.  konularda açıkladığı istatistik sonuçlarını değerlendirmesi için sunucunun misafir ettiği kişi yine Üstün Dökmen idi. Kendisini biraz dinledim. İstatistikler üzerine bir şey söylemekten ziyade TÜİK'in yaptığı istatistiğin bilimselliğini eleştirdi durdu. Şimdi anladım niçin eleştirdiğini. Çünkü TÜİK'in araştırması kendi bilimsel anlayışına uymuyor. Kendisinin bilimden anladığı "başörtülü birinin rehber öğretmen olamayacağı” şeklinde…

Ben Üstün Dökmen gibilerinin soy ve sopları bitti sanıyordum. Halbuki 28 Şubat zihniyeti Üstün Dökmen üzerinden Sakarya'da yeniden hortlamış görünüyor. Yazıklar olsun, bu tiplerin verdiği bilimsel bilgiye. Bilim kimlere kalmış. Suç, Üstün Dökmen gibilerde değil; esas suç, bu kafa yapısına sahip olmasına rağmen Üstün Dökmen gibilerinin konuşma yapmak üzere seminere davet edilmesi ve konuşmasına imkan verilmesi. Bizim insanımız sapla samanı ayırt etmeyi iyi bilmesi gerekir ve bu konuda insan sarrafı olmalıdır.


* 09/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

  1. Hocam üstün hoca bilgi zehirlenmesi yaşıyor. Zira bir PDR cinin siyasi görüşü illaki vardır. Bu mantıkla ilerlersek sağcı solcuyu solcu savcıyı muhafazakar PDR ci ise işini doğru dürüst yapmicak anlamına geliyor. Kaldiki herkesin bir dünya görüşü olduğuna göre doktor içinde bu geçerli polis içinde geçerli üstün hoca derine dalacak derken yüzeyde siglasmis

    YanıtlaSil
  2. Haklısınız. Bu ülke kılık kıyafet ve şekilciliği aşmadan, insanları sadece kaportasına göre değerlendirerek bir yere varamaz. Bunu aşamadığımız sürece her kesim, farklı giyinene karşı ön yargı ile bakacaktır. Hele başörtüsünü bu ülke aşması gerekir. Özellikle siyasi malzeme ve kutuplaştırma unsuru olarak kullanılmakta. Taraflar buna alet olmamalı. Değilse birileri daima başörtüsünden ekmek yemeye devam eder. Sözün özü, insanlar kıyafetleriyle karşılanmalı, fikirleriyle uğurlanmalı.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde