Ana içeriğe atla

Efsane Geri Döndü

Her mesleğin bir efsanesi olur, bizim de var bir efsanemiz. Bizim niçin efsanemiz yok diye kıskanmayın. Ya çalışıp efsane olacaksınız ya da bir efsane bulacaksınız. Ama kimi bulursanız bulun, asla bizim efsanemiz gibi bulamaz ve olamazsınız. Bulsanız da sizdeki olsa olsa taklidi olur. Çünkü aslı bizde.

Biz nereden mi bulduk böylesini? İstemediğin ot burnunun dibinde biter misali, o geldi bizi buldu. Bir de biz tadalım böylesini, bize ödünç verin derseniz, bize kalsa dükkan sizin, köküyle sizin olsun, deriz, hatta üste para da veririz. Ama o bizi bırakmaz. Bu yüzden isteğinizi yerine getiremiyoruz. Kusura bakmayın. Yalnız size bir iyilik yapayım. Beceremem de özelliklerini anlatayım. Çünkü ancak yaşanır. Ama en azından verilmiş sadakamız varmış der, halinize şükredersiniz.

1.Kendisini ne kadar sevdirmeye, beğendirmeye çalışsa da kendisini sevdirememiş biridir. Paratoner gibi herkesin nefretini üzerine çeker. Ajite etmede üstüne yoktur. Bunu nasıl beceriyor? Bugüne kadar anlaşılamamıştır. Ayrı bir sanat ve maharet olsa gerek.
2.İş yapmayı sevmez, yaptığı işi de bitirmez. İş yapar görünür, bugüne kadar ne yaptığını bilen yoktur, bitirdiği iş de yoktur. 
3.Euzü çekerek yanına vardığında iş yapıyormuş gibi davranır, ekrandan başını kaldırıp sana bakmaz, seni ayakta bekletmekten zevk alır.
4.Sorumluluğunda olan görevlerini personele emir vererek yaptırmaktan zevk alır. Sınıf rehber öğretmenlerine şu gönderdiği mesaj bunu en güzel şekilde açıklar: "Arkadaşlar! Sınıfında sürekli devamsızlık yapan öğrenci varsa bana  hemen bildirsin. Ben de ilçe milli eğitime bildireceğim." Helal olsun, kim yapar bunu!
5.Personelin nöbet tutup tutmadığını, dersine zamanında girip girmediğini takip etmeyi, onları uyarmayı iyi becerirken aynı beceriyi yükümlü olduğu dersine girmekte göstermez. Dersine gideceği zaman ya kendisine bir iş bulur ya da unutmuş moduna girer. Hiçbir şey bulamasa bile bir duyuru için diğer sınıflara girer. Bugüne kadar dersine girdiği görülmemiştir. Cesur da aynı zamanda. Çünkü kanunen 6 saat derse girmesi gerekirken o nedense 2 saat ders yükü alır. Dediğim gibi ona da girmez. Bazen branş dışı dersi de alır. Çünkü onun için fark etmez, girmeyecek olduktan sonra...
6.Üzerine aldığı işi ağzına ve yüzüne bulaştırmada üstüne yoktur. Okul yararına düzenlediği kermesten ekibiyle birlikte zarar etmiştir. Onca satışa rağmen bunu nasıl becerdiler, bugüne kadar hala anlaşılamadı. Ne gelir elde ettiniz diyenlere pişkin pişkin "zarar ettik" dediler. Siz becerebilir misiniz bunu?
7.Para getirecek işlerden asla kaçınmaz. Çoğu kimsenin görev almamak için kaçtığı seçim görevinin tek talipli olanıdır. Hem bu görevi, küçük çocuğu olmasına rağmen istiyor. Ne kadar istekli olsa da kendisine görev çıkmadığı halde iade almıştır. Bu yönüyle de mücadelesidir. Bir anne olarak çocuğuna kim bakarsa baksın, önemli olan vatandaşlık görevini yerine getirmesidir. Yine bu yönüyle de fedakardır. Hangi bir anne küçücük çocuğunu bırakarak seçim görevi alır? Gördüğünüz gibi sözde değil, özde fedakar.
8.Nöbetçi olduğunda bazen görev yerine öğretmenlerinden sonra gelse de geldiği zaman dış kapının yanındaki kulübenin yanına durur, ellerini koltuğunun altına koyar, hangi öğretmenin ne zaman geldiğini denetler, kendisine selam verenin selamını da almaz. Çünkü burada önemli bir görev ifa ediyor. Zaman selam zamanı değil. Sonra selamını alsa öğretmen şımarabilir. Görüyorsunuz değil mi ciddiyeti? Keşke tüm idareciler onun gibi olsa Türkiye'nin eğitim diye bir sorunu kalmazdı. Yaptığı bu kadarla sınırlı değil. Hızlı bir şekilde nöbet yerlerini de denetler. Bir taraftan da yürürken telefonla konuşmayı da ihmal etmez. Personelini yerinde denetlerken yüzüne bakarak geçer gider. Kolay gelsin, var mı bir yaramazlık demez. Çünkü iş üzeredir. Personeliyle laubali olacak değildir. Bu işler ciddiyet ister. Görev yerinde bulamazsa hemen hakkında tutanak tutar. Boş dersleri doldurmak için görevlendirme yaparken teknolojiyi de iyi kullanır. Watsapı hemen devreye sokar. Bazen de bu yolu kullanmaz, personeli şaşırtır: Öğretmenler odasına gelerek boş musun der, sen de boşum dersin, seni bir sınıfa gönderir. Gördüğünüz gibi kendi boş durmayı sevmediği gibi boş duranı da sevmez. Keşke herkes bunun gibi çalışsa.
9.Okulda çalıştığı gibi evde de çalışır. Kontrol için ders defterlerini evine götürür. Sabah da erken gelmez, sınıflar birkaç ders deftersiz ders işler.
10.Görevli izinli olduğun halde seni telefonla arar, hocam! Derse gelmediniz der.
11.Kendisi ciddiyet timsali ama bu, hiç espri yapmayacağı anlamına gelmez. Bazen espri yapar ama esprisine sadece kendisi güler. Bugüne kadar bu mizahi yönüne gülene hiç rastlanmamıştır. Aslında insanımız adam gibi dinlese belki gülecek. Ama bizimki şaka yaparken dinleyen "Ne günlere kaldık" şoku geçirdiği için espirideki inceliği kavrayamıyor tabi.
12.Kendisi sözlü mülakatla gelmiş müdür yardımcılığı görevini yaparken empati yapmayı da ihmal etmez. Çoğu zaman kendisini müdür yerine koyar, seni sorgular. Bazen hızını alamayıp muhakkik rolünü üstlenir. Yeter ki bir veli onu arayıp senin hakkında ona bir şey desin. Alır seni odasına. Sana sorular sorar, ithamlar yöneltir, sen konuşurken bir taraftan da söylediklerini not alır.

Gördüğünüz gibi on parmağında on marifet olan bu meslektaşımızın kimsede olmayan maharetleri say say bitmez. Belki de efsaneliği bundandır. Benim anlattığım denizdeki bir katre misalidir. Yani tadımlık. Onu anlatmak için ciltler dolusu kitap yazılabilir. Benim size göre bir avantajım ben onu izlemeye devam edeceğim. Gerçi doğum izninden dolayı bir yıl kadar bir ayrılık yaşadık ama sonunda geldi. Önemli olan da bu. Bir an için düşündüm, acaba anne olması ve bir yıllık ayrılık onda bir değişiklik meydana getirmiş olabilir mi diye. Sağ olsun gönderdiği watsap mesajıyla yüreğimize su serpti: "Kaldığım yerden devam edeceğim," dedi. İstikrar abidesi mübarek!

Bu cevher bu topraklarda nasıl yetişti derseniz, çok bilmiyorum. Allah vergisi olabilir belki. Yalnız şu kadarını söyleyeyim, kendisi çakma bir branşın öğretmeni. Daha önce ilkokullarda çalışmış. Ömer Dinçer'in icat ettiği yan alan kanalıyla kapağı ortaokula atmış. Yani ana alanı daha küçüklerin eğitimiymiş. Şimdi siz bu cevheri elde edemesek bile yetiştirdiği öğrencilere iştah kabarttınız. Ne de olsa onun tedrisinden geçti. Ah bir elde edebilsek dediniz. Öğrencileri nasıldı, şu anda öğrencileri ne yapıyor, içlerinde okuyan var mı, okuduysa nereye kadar okudu bilmiyorum. Bunu ancak yüz yüze görüşünce kendisinden öğrenebilirsiniz. Siz de benim gibi soramayan türden iseniz maalesef merakınızı gideremeyeceksiniz, tıpkı benim gibi... Ya hu, en azından kendisini bir görsek, kendisiyle bir müşerref olsak derseniz okuluma buyurun gelin, onu size işte şu diyerekten uzaktan gösteririm. Bu iyiliğimi de unutmayın.
Allah onu da affetsin, beni de...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde