Ana içeriğe atla

Dışlayıcı Siyasetin Sonuçları ***

Ülkemizin siyasi aktörleri dışlayıcı siyasete çok başvururlar. Dışlayıcı siyasetle sandığa gitmeyecek seçmeni sandığa çekmek, kararsız seçmeni kazanmak, kendi seçmenindeki gevşekliği bertaraf etmek ve tabanını bilemek hedeflenmektedir. Kendi seçmenine veya kararsıza "Eğer bana oy vermezsen şu gelir" demek suretiyle seçmen veya tabanını korkutmaktadır. Bu yol ve yöntem bazı seçimlerde işe yarasa da geçici bir başarıdır. Bu sonuç günübirlik siyaset yapan siyasilerimizin hoşuna gitse de ülkenin geleceği açısından tehlikelidir.

Niçin derseniz? Dışlayıcı ve ötekileştirici siyaset toplumsal barışın temeline dinamit koymaktadır. Çünkü bu siyaset yıkıcı bir siyasettir. Toplumdaki birlik ve beraberliği yok etmektedir. 

Size her halükarda kazanmak mı yoksa birlik ve beraberlik mi daha iyi desem herhalde aklıselim herkes, önceliğimiz birlik ve beraberlik der. Böyle cevap veririz ama fiil ve söylemlerimiz hep kutuplaştırma üzerine kuruludur. Eğer bu ülkeyi seviyorsak bu ülkenin temeline dinamit koymak denen kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve dışlayıcı siyaseti bırakmamız lazım. Çünkü bu ülke böylesi siyasetten çok çekti. Bugün hala yaralarını saramadık.

Hatırlarsanız bu ülke 80 öncesi komünizm geliyor, yok faşizm geliyor diye kutuplaştırıldı, Alevi ve Sünni tartışmaları bu ülkeye pahalıya mal oldu. Ülkeyi birbirinden kurtarmaya çalışan yüzlerce genci öbür dünyaya gönderdik. Akan kanı durdurmak için sıtmaya razı edildik. 80 ihtilalı ile asker yönetime el koydu. İhtilal nice gençleri darağacında sallandırdı. Binlercesi mahkum oldu. 12 Eylül zihniyeti mahkumlara yaptığı eziyet ve işkenceyle  bugün bile hala başımızı ağrıtan PKK'yı doğurdu. Çünkü hapiste işkence gören soluğu dağda aldı. 

Bedeli kan, baskı, gözyaşı ve mağduriyet olsa da ülkede sulh hakim oldu derken 2000'lere doğru irtica paranoyası ile kendimize yeni bir düşman bulduk. Bir zihniyete karşı devlet erki, topyekûn savaş açtı. Devlet kurumları, siyasi partiler, asker, basın bu zihniyeti dışladı, tu kaka yaptı. Seçime giderken siyasi partiler "Seçimden sonra biz bu parti ile asla koalisyon kurmayacağız" açıklaması yaptı. Bu vebalı partinin iktidara yürüyüşü post modern darbe denilen 28 Şubat ile kesildi. Bu zihniyete sahip olanlara dünya dar edildi. Kimi kamudan atılırken kimi okullardan atıldı, kimi de verilen cezayı çekmek için soluğu cezaevinde aldı.

2000 sonrası Türk siyaseti, yeni olaylara gebe kaldı. 90'lardan itibaren dışlanan, taşradan merkeze yürümeye çalışan zihniyet ne kadar önü kesilmeye çalışılsa da iktidara geldi. İktidara gelmek önemliydi ama önemli olan muktedir olmaktı. Muktedir olmak için de çok uğraştı. Çünkü devlet erkinin gözünde bu parti, sosyal hayata müdahale edebilecek tehlikeli bir partiydi. Sonunda bu zihniyeti halk ardı arkasına iktidara getirerek irtica paranoyalarını boşa çıkarttı. 

80 öncesinden günümüze kısa bir gezinti yaptım. Hep gördüğüm dışlayıcı, ötekileştirici ve kutuplaştırıcı bir siyaset. Bu siyasetin bedeli bize pahalıya mal olmuştur. Benim bu süreçten çıkardığım, dışlanan zihniyetin bir süre sonra iktidara yürüdüğüdür, iktidara gelemese de en azından bir taban bulmaktadır. Yine gördüğüm kim dışlanmışsa dışlana dışlana dışlamayı öğrenmektedir.

Dikkat çekmek istediğim, ömrü ötekileştirilmekle geçen bugünkü iktidar, bilerek veya bilmeyerek belli bir kesimi dışlamaktadır. Yani kendisine ve zihniyetine yapılanı bugün kendisi başkasına yapmaktadır. Bu, yanlış bir politikadır. Çünkü bu millet, görüş ve zihniyetini sevmese de kendi insanının/çocuğunun dışlanmasına sıcak bakmaz. Hemen etrafında kenetlenir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklamak istiyorum. Bir aile düşünün, çocuğundan muzdariptir. Onu sürekli eleştirir. Ama ne zaman ki bu çocuğunu bir başkası eleştirmeye kalkarsa aile hemen kenetlenir, başkasına karşı çocuğunu savunmaya kalkar. 

Aman dikkat! 

*** 21/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

  1. Birileri bilerek veya bilmeden fetö veya pkk nın kuyruğu olmaya çalışıyor. Bilmeden kuyruk olanlar uyarılıyor. Yine de biraz daha yumuşak uslup kullanılsa tabiki daha iyi olur. Belediyeleri muhalefetin alması çok da önemli değil ama yarın bunu dillendirip başka şeyler ararlar. Benim de korkum pkk ve fetö bu kadar çökeltilmişken tekrar bunlara fırsat verilir mi diye aklıma geliyor. Allah korusun korktuğumuz başımıza gelirse ülkenin hali nice olur. Zerre kadar şahsi bir beklentim yok. Ülke için elde edilen bütün kazanımlar boşa gider hatta daha kötü olur. Allah bizleri korktuğumuzdan emin eylesin. Siyasilerimize ve özellikle de teşkilatlara da adalet üzere olmayı şahsi çıkar ve menfaatten uzak durmayı nasip eylesin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sorun üslupta diye düşünüyorum. Eleştiri elbette olacak ama eleştirici dışlayıcı, ötekileştirici ve toptancı bir yaklaşıma dönüşmemesi gerekiyor. Kavli leyyin olmak benim istediğim. Bilirsin ki peygamberimiz bunu en güzel şekilde metodunda uygulamıştır. Ebu Cehil'i hepimiz biliriz. İslam'a ve peygambere ne çok zarar verdiğini de. Tüm imkanlarını bu kutlu davayı yok etmek için harcadı. Ebu Cehil bu cehil lakabını bilgisizliğinden değil, inadından dolayı, körü körüne bağlılığından dolayı almıştır. Ebu Cehil o yüzden tüm Müslümanların en büyük düşmanıdır. Ama ne zaman ki oğlu İkrime Müslüman olur, Peygamberimiz Müslümanlara Ebu Cehil aleyhinde konuşmayı, ona hakaret etmeyi yasaklamıştır. Olur ki İkrime'nin zoruna gider diye. Benim bu yazımda anlatmak istediğim Kürtlerin ağırlıklı olarak kimi baskı, kimi sempati, kimi de görüşlerine katılmıyorum ama en azından bizi savunuyor veya en azından kötü de olsa bizim insanımız diye destek veriyor diye destek verdiği partiyi bu şekilde ötekileştirmekten ziyade o ince bağı koparmak için ince bir siyaset izlenmelidir. Çünkü Kürtlerin çoğunun birinci partisi bugün HDP ise ikinci partisi Milli Görüş çizgisindeki partilerdir. Ötekileştirici siyaset Kürtleri daha da HDP'ye yaklaştırır endişesini taşıyorum. Baki selam.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde