İslam dini orta yolu takip etmeyi emreden bir dindir. Allah
bizden "ümmeten vesetan" olmamızı ister. Orta yolu tutan ümmet olmak
demek, ifrat ve tefritin ortası olmaktır. Yani aşırılıklardan kaçınmaktır.
Hayatın her alanında ne az ne de çok; ölçülü ve dengeli olmamızı, tam kıvamında
hareket etmemizi ister.
Sevgi ve nefret de böyledir. Aşırısı gözü kör eder. İnsana
gerçekleri görmesini engeller. Öyle bir şey ki ne sevdiğimizin yanlışını
gösterir ne de nefret ettiğimizin doğru hareketini onaylatır. Burada nefreti
anladık ama sevginin ne zararı var diyebiliriz. Sevginin aşırısı da aynı kapıya
çıkar. Aşkın gözü kördür dedikleri de böyle bir şey olsa gerek. Kişi birine
aşıksa onun hatalarıyla kolay kolay yüzleşmek istemez. Güven ve güvensizlik de
hakeza. İnsanlara güvenmek, onlara açık çek vermek güzeldir ama tedbiri elden
bırakmamak lazımdır. Bazen acaba diyebilmek gerekir. Güvenin zıddı olan kuşku
ise güveni bitiren bir davranıştır. Çünkü sürekli şüphelenmek güveni kaybeder.
Sevgi ve nefretin, güven ve kuşku ile bir irtibatı var diye
düşünüyorum. Çünkü aşırı sevgi güveni beraberinde getiriyor: Ben senin için çiğ
tavuğu yerim, ben sana sonsuz güveniyorum, seninle Fizan’a bile giderim,
sözlerinde olduğu gibi. Aynı şekilde nefret de güvensizliği beraberinde
getiriyor. Kişi sevmediği insana karşı hep kuşkulu ve ön yargılıdır: Ben senin
Allah bir dediğinden başkasına inanmıyorum, sözünde olduğu gibi.
Bizim toplumumuz sevgi ve nefret konusunda ifrat ve tefrit
üzeredir. Bir kişiyi ya seveceğiz ya da nefret edeceğiz. Tarikat, cemaat ve
siyasi parti liderleri sevgi ve nefretin kol gezdiği makamlardır. Bunları
sevdik mi “adam gibi” severiz, nefret ettik mi kimse bize Nuh’un peygamber
olduğunu kabul ettiremez. Çünkü bu inatçı yönümüz de var.
Sevmek güzeldir ama eğer bu sevdiği kıvamında bırakmazsak
sevdiğimize en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Siyasi parti liderleri buna en
güzel örnektir. Gönül verdiğimiz partinin lideri her ne icraat yapıyor, her ne
konuşuyorsa doğru mu, yanlış mı diye sorgulamadan alkışlamamız, ona tezahürat
yapmamız liderin kendisini sorgulamasının önüne geçer. Liderin yaptığı her
icraata içimize sinse de, sinmese de “vardır bir bildiği” gözüyle bakmak, o ne
yapıyorsa en doğrusunu ve güzelini yapar demek o lidere yapılabilecek en büyük
kötülüktür. Bu bağlılık, bu açık çek, lideri aşırı özgüven sahibi yapar. Lider “Alkışlandığıma
göre demek ki doğru yoldayım” düşüncesine kendisini iyice kaptırır, daha fazla
hatalar yapmaya başlar. İnsan olup da hata yapmamak mümkün mü? Hangi bir lider
mükemmeldir ki? Bir iş yapan, kitleleri arkasından sürükleyen liderler de hata
yapar. Ama yapılan hatalar alkışlarla, tezahüratlarla ve destek açıklamalarıyla
maalesef örtülmektedir. Bu durumda olan bir liderin hata yaptığını kabul etmesi
ve görmesi mümkün değildir.
Liderlere olan sevginin bitmemesi isteniyorsa liderlerin
yaptığı hatalar kendilerine üslubunca söylenebilmelidir. En azından içimize
sinmeyen bir icraat yaptıklarında yüz hattımızdan, hal ve hareketimizden “Bu
yaptığından hoşnut kalmadık” imajı vermek gerekiyor. Hatayı söylemek onları
sevmediğimiz anlamına gelmez. Hatası söylenen lider de kendisi ile yüzleşip
hatalarını en aza indirgemeye çalışacak ve istişareye önem verecektir. Bu, o
lidere yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. Bu iyilik hem lidere fayda
sağlayacak hem de ülkeye…
* 06/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Liderlerini alkışlayanların bir çoğu onu çok sevdikleri için değil sırf çıkar ve menfaat için alkışlıyorlar. Tabi o lider bunu bilmediği için de dediğin gibi söylediklerinin ve yaptıklarının doğrulupu için alkışlandığını zannediyor. Daha öncede dediğim gibi önce bu tür insanlardan kurtulmak lazım. Ama nasıl onu bilmiyorum. Allah liderlerimize ve bize de izan versin. Doğruları görebilmeyi nasip etsin.
YanıtlaSilAmin. Hocam, anlatmaya çalıştığım bu durum bizim camiada daha fazla. Çıkarı olanlar var. Fakat çoğunluğu çıkar beklentisi olmayanlardan oluşuyor. Bunu hem Erbakan'a yaptık, şu anda da Erdoğan'a yapıyoruz.
YanıtlaSil