Ana içeriğe atla

İcraatın İçinden Programlar! ***


Akşam çayımı yudumlarken ne var, ne yok diye bazen belli başlı TV kanallarına göz gezdiririm. Bazı akşamlar siyasi parti liderlerinin konuk edildiğini görürüm. Parti liderine ya program sunucusu ya da birkaç gazeteci gündeme dair sorular soruyor. Siyasimiz de hiç zorlanmadan takır takır cevaplar veriyor. Bu tür programları baştan sona izlemesem de ne soruluyor, siyasimiz nasıl cevap veriyor der diye biraz oyalanırım. 

Sorulan soruları ve verilen cevapları görünce oyalanmaya gerek yok der, başka kanallara geçerim. Niçin derseniz soru ve cevaplar bana bayat geliyor. Programın bir danışıklı dövüş olduğunu seziyorum. Ekrana misafir olan memnun edilip gönderiliyor. Sanki icraatın içinden bir program sunuluyor. Parti liderinin sadece kendisini anlatmasına imkan veriliyor. Sorular onu zorlamıyor, terletmiyor. Bir sohbet havası hakim. Güle oynaya program yapılıyor. 

Ülkeyi yönetene veya ülkeyi yönetmeye talip olana sorulan sorular böyle olmamalı diye düşünüyorum. Çünkü sorular beylik sorular. Yani çalışılan yerden çıkıyor hep. Sorunun nereden çıkacağını bilen liderlerimiz de kendilerinden emin bir şekilde cevaplar veriyorlar. Gecenin ilerleyen saatine kadar devam eden bu tür programlar soran razı, sorulan razı bir şekilde sona eriyor. Ne diyelim, Allah muhabbetlerini artırsın.

Programı hazırlayan ve sunan; adına ister sunucu, ister gazeteci, ister moderatör diyelim amme adına hizmet yapmalı halbuki. Bir defa vatandaşın doğru bilgilendirilmesi gerekiyor. Sokakta vatandaşın dert edindiği meseleleri koltukta oturana sorabilmeli. Yeri geldiği zaman sunucu, misafiri ters köşeye yatırabilecek, zorlayabilecek sorularla terletmeli. Siyasinin verdiği cevaplardan bir çelişki bulduğu zaman gazeteci, anında yeni bir soru sorabilmeli.

Alın size bir örnek. Bir akşam bir parti lideri konuşuyor. Belediye başkan adaylarını nasıl belirlediği soruluyor kendisine. Parti liderimiz kendi adaylarını nasıl belirlediğini anlatacağı yerde rakibi gördüğü siyasi partinin belirlediği adayları anlatıyor. Önemli şehirlere oralı adaydan ziyade başka ilden kişilerin aday yapılmasını eleştiriyor. Kendi partisi aday belirlerken o ilin insanını aday yaptığını ballandıra ballandıra anlatıyor. Programı sunan da ağzı açık dinliyor. Bildiğim kadarıyla bu konuşan lider, Ankara'dan bir gazeteciyi İstanbul'un bir ilçesine paraşütle aday yaptı. Gazeteci ne o ilçeli ne de doğru dürüst o ilçeyi tanıyor. Burada kendisiyle çelişen bir durum yok mu? Var. Ama bu çelişkiyi aynı anda yakalayıp soracak gazeteci lazım. Sormazlar. Daha doğrusu soramazlar. Çünkü programın formatına ters. Varlıklarını inkar gibi bir şey bu. Zira yeni gazetecilik veya televizyonculukta çelişki bulmak yoktur. Geleni memnun edip göndermek vardır. Sorduğu sorularla ne şiş yanacak ne de kebap. Müşteri memnuniyeti dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Her şey değişiyor. Gazetecilik, televizyonculuk, moderatörlük değişmeyecek mi? Değişti maalesef. Programdan halkın memnun kalması önemli değil, önemli olan fincancı katırlarını ürkütmemek. Bu yeni gazeteciliğe birçok gazeteci çabuk uyum sağladı. Eskidenmiş siyasi analizler yapan, partileri eleştirebilen, halkın eli ayağı olan, bir siyasi lider gördüğü zaman özgürce sorusunu sorabilen, verilen cevaba "ikna olmadım" diyebilen gazeteci.

Ne diyelim? Bizi "Acaba ne soracak" diye saatlerce ekranda oyalayan bu tür gazeteciliği tebrik etmek lazım.

*** 26/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde