Ana içeriğe atla

Konya'da Adi Suçların Artış Göstermesinin En Önemli Sebebi

Türkiye'de işlenen suç oranlarında eskiye oranla bir artış olduğu hepimizin malumu. Hapishanelerimiz de bunun göstergesi. Düne göre yeni yeni cezaevleri yapmamıza rağmen hapishanelerin doluluk oranı kapasitesinin üzerinde bir doluluğa ulaştı. İşlenen suçlar o kadar çoğaldı ki kanun koyucu cezası belli yıla kadar olan suçların suçlularının ifadelerini aldırdıktan sonra adli kontrol şartıyla salıveriyor. Çünkü suçluyu yatıracak yer yok. 

Mantar biter gibi suç işlemenin arttığı ülkemizde bir zamanlar "Huzur Kenti" olarak anılan Konya da nasibini aldı. Gün geçmiyor ki bu şehirde menfur bir olay vuku bulmasın. Diğer şehirleri bilmem ama Konya'daki suç sayısının artış göstermesinin nedeni üzerinde durmaya çalışacağım. Sahi bu şehirde suç artışının nedeni nedir? Birden çok nedeni olabilir ama ben en önemlisi üzerinde duracağım. Bana göre şehrin toplu konut çerçevesinde dokusunun değişmesidir, yüksek katlı binalardır. Binaların ne suçu var diyebilirsiniz. Doğru binaların suçu yok. Suç insanımızda, daha doğrusu sosyal dokumuzun değişimesinde.

Şehirde oturanların göç edip geldiği yer ilçe ve köy merkezi. Çoğunluğumuz ya dağlı, ya da ovalıyız. Konya merkezin yerlisini ara ki bulasın. Köyden şehre göçenlerin mahallesi vardı bir zamanlar. Kim şehre göçmeye karar verirse hemen şehre daha önce göç etmiş bir hemşehrisini bulur, onun yakınından bir yer tutar veya satın alır, orayı mesken tutardı. Birçok muhit aynı köyden gelenlerin meskun mahalli olarak bilinirdi: Bozkırlılar, Beyşehirliler, Güneysınırlılar, Derbentliler, Akörenliler ve öbek öbek aynı muhiti mesken tutmuşlardı. Mahallede herkes birbirini tanır, içinde kötülük yapma düşüncesi olsa bile kimse karizmasını çizdirmek istemez, ele-güne karşı ayıp olur veya hemşehrilerim tarafından dışlanırım korkusuyla kötülük yapmaya yeltenemezdi. Çünkü sağına baksa amcası, soluna baksa dayısı, karşısına baksa köylüsü vardı. Herkes birbirini yedi ceddine kadar tanıyınca mahallelerde adı konmamış bir denetim, yani mahalle baskısı vardı. Ya şimdi? Çarşı merkezindeki kimsenin kimseyi tanımadığı yüksek katlı binalar şartların zorlamasıyla kenar semtlere de yapılır oldu. Kooperatifleşme arttı. Arsasını kat karşılığı müteahhide veren kişi çok sayıda daire sahibi oldu. Müteahhit sattı, mal sahibi sattı. Apartmanlara değişik bölgeden insanlar taşındı. Artık çarşı merkezde  oturanların birbirini tanımadığı ortam kenar mahallelere de sirayet etti. Ayrıca günümüzde "Ev alma, komşu al" atasözü de tarih oldu veya köylülerimin oturduğu muhitte oturacağım anlayışı da kalmadı. Kimin gücü nerede oturmaya, nereyi satın almaya yetiyorsa orada oturuyor. Baba ile oğul bile aynı semtte oturmuyor. 

Anlatmak istediğim Konya şehri neredeyse Türkiye'nin bir mozaiği oldu. Her şehirden insan var şehrimizde şimdi. Bu demektir ki kim kime dum duma durumundayız. Bu da eski denetimi yani hemşerim duyarsa ayıp olur, nasıl yüzlerine bakarım mantalitesini veya mahalle baskısını yok etti. Kimse kimseyi tanımıyor ve takmıyor artık. Bunun da suç oranlarını artırdığını düşünüyorum. Belki de en önemli sebebi bu. Katılır veya katılmazsınız benim kanaatim bu şekilde. Eğer bu kanaatime katılıyorsanız demek ki her mahalle baskısı kötü değilmiş!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde