Ana içeriğe atla

Hayat Mücadelesi Daha Bir Zorlaşıyor! *


Teknolojinin her türlü imkanlarından faydalandığımız içinde yaşadığımız hayat gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Yaşama şartları iyice zorlaşıyor. Daha fazla çalışmamız gerektiğini dayatıyor bize. 

Önce teknolojinin nimetlerini sundu bize. Ardından  tüketmeye alıştırdı, sonra lüks yaşamayı olmazsa olmaz gösterdi. Vazgeçilmez yeni ihtiyaçlar icat etti. Bunsuz olmaz dedirtti bize. Harcamak, almak, ihtiyaçları hemen temin etmek bir tutku haline geldi hepimizde. 

Şartlandık bir kere. Var olan da alıyor bugün, olmayan da. Rahatımız için hayatımızı kolaylaştırmak için başkasında olan bizde de niçin olmasın? Durum bu olunca daha fazla çalışmak zorundayız. Çünkü kazancımız yetmiyor. Bunun için gerekirse ek iş yapmalıyız, gerekirse eşimiz çalışmalı, gerekirse çocuğumuz bir iş yapmalı. Evde kim varsa, kimden ne kadar faydalanabiliyorsak bütün imkanları seferber etmeliyiz. 

Çalışmak ayıp değil elbet. Herkes gücü nispetinde evine kazanç getirmeli, namerde muhtaç olmamalı. Ayıplanacaksa bomboş gezen ve oturan ayıplanmalı. Fakat ben bu çalışmada bir mantalite değişikliği görüyorum. Sanki her birimizi açlık korkusu sarmış gibi. Tek kişinin çalışmasını yeterli görmüyoruz artık. Dün "Eşimi elin içinde çalıştırmam, evimin hanımı olsun, çocuklarımı büyütsün" diyenler de bu kervana katıldı. Eşin çalışmaması ayıplanır ve garipsenir oldu. Evlilik kriterlerinin başına çalışan eş şartı, ilk sıralarda yer almaya başladı. Zamanında çalışan eş almayan da mevcut durumuna hayıflanır oldu. Çünkü bir eve ne kadar maaş girerse o ev o kadar rahat edecek, alınması gerekenleri bir an evvel alma imkanına kavuşacaktı. Bu yüzden herkes çalışmalıydı. Günümüz tüketim şartları bunu gerektiriyor anlaşılan. Kimi birden köşe olmak, kimi de hayata tutunmak için olmalı.

Merak ediyorum babalarımız bizi nasıl büyüttü, nasıl baş göz etti? Geçmişte bir baba çalıştı, dokuz kişiye baktı. Bugün evdeki dokuz kişi de çalışmak zorunda. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı, nereye doğru yuvarlandığımızı, nasıl bir açmaza doğru doludizgin gittiğimizi varın siz düşünün. Öyle zannediyorum bize dayatılan hayat her geçen gün bizi daha da zorlayacak. Her geçen yıl malın-mülkün, eşyanın esiri olmaya devam edeceğiz. Bu durum "Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası/Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası" olmaktan öte bir başka şey.

Rabbim sonumuzu hayreylesin. Orta ve dar gelirli insanların yardımcısı olsun. Kimseyi namerde muhtaç etmesin, bize bugünümüzü aratmasın, ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin.

* 12/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde