Ana içeriğe atla

Bazı Günler Gazetemin Elime Niçin Geçmediğini Nihayet Öğrendim *

Çok yaygın olmasa da Türkiye'de gazete aboneliği vardır. Abone olduğun takdirde evine kadar geliyor. Sabah kahvaltını yapınca açıp okuyor, Türkiye ve dünya gündeminden haberdar oluyorsun. Okuya okuya gazete bağımlılık yapıyor, "Şu gazetem bir gelse de okusam" diyorsun. Bu şekil gazete takibi ve okuması özellikle internete erişimin olmadığı ve televizyon haberciliğinin yaygın olmadığı zamanlarda daha yaygındı. Gazetelerin abone uygulamasından zaman zaman ben de faydalandım.

Adıyaman-Kahta'da görev yaparken bazı günler gazetem gelmezdi. Dağıtımcıyı arar sorardım: Kah "Hava muhalefetinden dolayı gazetemiz ilimize gelmedi." Kah, "Dağıtıcıyı değiştirdik, evinizi bulamamış, birkaç gün böyle aksaklık olur." Kah "Bizim gazete Gölbaşı ilçesine bugün bırakılmamış, Malatya'ya gitmiş." denirdi.

Adana'ya geldim, orada da abone oldum. Doğru-dürüst gelmezdi. Bazı günler telefon açmaktan utanır olmuştum. Çarşıya çıktığım zaman gazete temsilcisine uğrardım. Her defasında "Efendim, dağıtıcıyı değiştirdik, değiştireceğiz. Sabır sabır" derdi. Hele bir defasında temsilci, "Bomba gibi bir dağıtıcı bulduk, bundan sonra aksama olmayacak" dediğinde dikkat edin de elinizde patlamasın, demiştim. Çünkü mazeret mazeret iyice gına gelmişti. Bir gün yine gazetem gelmedi. Gazetenin il temsilcisi yerine İstanbul merkezi aradım gazetem bugün gelmedi diye. Şikayetim hemen etkisini göstermiş ki Adana temsilcisi, "Beyefendi, dağıtıcı ile görüştüm. Bugün şu saatte sizin posta kutunuza bırakılmış" dedi. İyi de kardeşim, nere gider bu gazete o zaman dedim. Kendi kendime buğzediyorum. Beş kat aşağı inip posta kutusuna bir daha bakıyorum. Sağa bakıyorum yok. Sola bakıyorum yok. Başkasının posta kutusuna yanlışlıkla  konmuş olabilir mi diye bakıyorum, yine yok. Kolum kanadım kırık bir şekilde  geçip eve oturdum. Birden aklıma iki kat üstümde oturan bir emekli geldi. Çünkü zaman zaman alıp okuduktan sonra yerine koyduğunu söylemişti bir ara. Çocuklardan birini gönderdim. Git oğlum, Osman Beye bir sor bizim gazete kendisinde mi diye. Gazetem maalesef Osman Bey de çıkmıştı. İlk işim gazetenin hem İstanbul merkezini, hem de Adana temsilciliğini aradım: Kusura bakmayın, gazetem gelmiş, komşum almış diye.

Mübarek, emekli maaşının yetmediğini, bu yüzden gazete alamadığını, eskiden kendisinin de çok gazete aldığını söyler dururdu. Zaman zaman elimde küçük bir poşetle gelsem, beni görür görmez "Al bakalım, ben de bir zamanlar durmadan alırdım, şimdi alamıyorum" şeklinde kendisini ajite ederdi. Diğer alışveriş neyse gazeteye verilen para, para mıydı sanki! Ama komşumun bir iyi yönü vardı: Bedava okumayı severdi. Hoş bugün beleş de olsa okuyan yok.

Konya'ya geldikten sonra bir müddet gazetelere aboneliğim devam etti. İnternet gazeteciliği yaygınlaşınca aboneliği iptal ettirdim. 

Şimdi evime üç yıldır sadece Anadolu'da Bugün gazetesi pazar günleri hariç düzenli bir şekilde geliyor. Gazetenin yönetimi de gazetenin gelip gelmediğini zaman zaman telefonla teyit ediyor. Gelen telefonlara çoğu zaman "Düzenli bir şekilde geliyor" derim. Bazen de "Bazı günler gazete gelmiyor. Ya dağıtıcı getirmiyor, ya da cadde üzerindeki kapıya sıkıştırılan gazeteyi biri alıp gidiyor" derim. Çünkü bazı günlerde gazeteyi yerinde bulamıyorum. İyi de kim götürsün? Kim ne yapsın gazeteyi?

Biri götürüyor ama kim? Nihayet bu merakım bugün sona erdi. Alışveriş için markete niyetlendim. Arabaya bineceğim zaman öğle namazından gelmekte olan bir komşum lafa tuttu. Bu esnada sitenin caddeye bakar cümle kapısı açıldı. Hafif sakallı bir delikanlıydı içeri giren. Karşı komşunun sırtında oturan kalabalık bir ailenin mahdumlarından biriydi. Adını bilmiyorum. Selam verdi, aldım selamını. O da ne? Elinde de benim gazete var. Demek ki kapıyı açarken eline aldığı benim gazeteymiş. Baktım baktım. Hiçbir şey demedim. Yanımdan geçip gitti. Sağ olasın komşu! İyi ki varsın. Merakımı giderdin ya Allah ne muradın varsa versin!

Ortak kullanıyoruz hasılı gazetemizi. Ortaklık böyle bir şey demek ki! Bir o, bir ben...Kim önce girer veya çıkarsa o kapıdan; koltuğunun altına sıkıştırıp götürüyor. Sakın kıskanmayın beni! İlla ben de isterim böyle bir ortak derseniz, tek yapacağınız Anadolu'da Bugün gazetesine abone olmak. Siz abone olun, benim gibi bir ortak edinemezseniz komşumu gönderirim size. Görüyorsunuz bizde hizmette sınır yoktur.

Acaba gazeteye bize günlük iki tane gönderin. Çünkü ben alınca komşum, komşum alınca ben gazeteden mahrum kalıyorum desem komşum hakkına razı olur da bir tanesini mi götürür? Yoksa "Rabbimden bir göz istedim, o bana iki göz verdi" deyip ikisini birden mi götürür? Denemeye değer! O zaman Anadolu'da Bugün duy sesimi! Bize iki gazete birden gönder.

Bu durumda komşumdan abone parası istesem nasıl olur? Ayıp olur mu? 08/09/2018

* 29/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde