Ana içeriğe atla

Hizmetli ve Memurlardan Mürettep Bir Tören


2008 veya 2009 yılları olsa gerek. Okul müdürüyüm. Günlük Konya’dan gidiş-geliş yapıyorum. Tüm Türkiye’de olduğu gibi çalıştığım ilçede de çelenk töreni var.  
Yönetmelikte yeri var mı bilmiyorum ama protokolde yerimiz olmasa da tüm çelenk törenlerine katılımımız zorunlu. Hele bir de küçük bir ilçede görev yapıyorsanız törene gelmeniz farz gibi bir şey.

Bazı çelenk törenlerinde hiç görevimiz olmamasına rağmen dolgu malzemesi görevi görür okul müdürleri. 

Birlikte gidiş geliş yaptığımız arkadaşların her biri, kimi çelenk törenine gelemeyeceğiz diye kimi resmi, kimi gayri resmi izin aldı. Ben de izin alma yoluna gidersem olmaz, şık olmaz. Bari ben geleyim dedim. İsteksiz de olsa geleceğim ama nasıl? Çünkü normal bir günde değil törenimiz: Pazar günü. Hafta içi olsa problem değil. Ekiple birlikte altımızda özel araba 50 km’lik mesafeyi tek vasıtayla birden alırız. Neyse niyete aldım Pazar günü aktarmalı da olsa katılacağım törene. En az üç aktarma yapacağım.

Pazar günü herkes evinde yatarken ben çıktım yola. İlk önce toplu ulaşım marifetiyle çarşıya geldim. Çarşıdan tramvaya binerek otogara gittim. Baktım, bizim ilçenin dolmuşunun dolması için biraz beklememiz lazım. Ama ben vakitle yarışıyorum. Gecikmeye gelmez. Ne yapayım derken ilçe minibüsümüzün yanında, ilçemizin ilerisinde bir ilçeye taşımacılık yapan bir başka dolmuş var. Kalktı kalkacak. En iyisi buna bineyim. Yol üzerinde iner, ondan sonra geri kalan yedi km için Allah kerim. Hiç olmazsa hayatımda hiç yapmadığım otostop yaparım dedim. 

İlçemiz kadar olan hatta daha büyüğü olan belde de indim. Gelip geçen araba yok. Sabahın köründe bir de pazar günü kim olsun. Aklından zoru olmalı insanın kapalı pazar günü. Baktım, otostop yapmak için beklemeye zaman yok. Çünkü tören beklemez. Hemen önümde ticari bir taksi belirdi. Atladım ona. Tören başlarken yetiştim. Hemen hazır ol vaziyetine geçtim.

Kaymakam çelengi koyar koymaz ardından söylenen İstiklal Marşı ile tören birkaç dakika içinde sona erdi. Sağıma soluma baktım, tanıdık kimler var diye. Ne de olsa 11 tane merkez okul var. Mutlaka o okullardan müdürler katılmıştır dedim. Maalesef hiçbir okul müdürünü göremedim. Kimi okulları müdürün yardımcısı, kimini memuru, kimini de hizmetlisi temsil etmek için törendeki yerini almış. Töreni zorunlu tutan, katılmadığın zaman veryansın eden asıl görevi bir okulda şef olan ilçe milli eğitim müdürü de yoktu törende. 

Tören bitti herkes dağılırken ilçe milli eğitimde görevli hizmetlinin yanına yaklaştım. Hal-hatırdan sonra nerede seninki dedim. “Bilmem Hocam! Ben gelemeyeceğim. Benim yerime sen katil. Okul müdürlerinden de gelmeyenleri not et dedi bana. Ben herkesi geldi derim, kimseyi jurnalleyemem” dedi. Görüşmek üzere deyip vedalaştım.

Dört vasıta değiştirerek geldiğim çelenk töreninden 5 dakika içinde geri gitmek için ayrıldım. Konya otogarına kendimi attırmak için dolmuşa bindim. Ardından üç vasıta değiştirerek evime geldim. Üzerime vazife olmayan görevimi yapmıştım. Ama içimde görevini yapmış bir insanın rahat ve huzuru yoktu. Çünkü törende okul müdürü ve kurum müdürleri namına kimse yoktu. Gelmeyeni asıp kesen görevlendirme şef de yoktu. O da hizmetlisini görevlendirmişti. Yani ilçe milli eğitim müdürlüğünü kendisi değil, şube müdürleri değil, şefi değil, hizmetlisi temsil etmişti. Hem de iki görev birden vermişti hizmetliye. Bir temsil bir de jurnalcilik görevi. Hasılı katıldığım bu çelenk töreni ağırlıklı olarak hizmetlilerinden mürettep bir çelenk töreni idi.

Gazilerimiz bizim için yaralanmış, yaralandıktan sonra tedavi görmüşler ve yıllar sonra kendilerini anmak için Gaziler Günü tahsis edilmiş, yaşayan gazilerimiz protokolde yerlerini almış ve acıları geçmiş bir şekilde bizi izlerken bize de onları anmak düştü. Aradan yıllar geçmiş, unutmuştum bu çelenk törenini. Ama dağarcığımın bir köşesinde yer edinmiş ki televizyonlarda bugün “Gaziler Günü” anıldı denilince eski katıldığım bugün aklıma geldi. Ne diyelim, “Gazilerimizi hayırla yad ediyorum, eksik olmasınlar! İşi bilip işe gitmeyen ve kendi işini başkasına özellikle hizmetlilerine havale eden okul müdürlerinin ve ilçe milli eğitim müdürünün de "Gaziler Günü" kutlu olsun!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde