Ana içeriğe atla

Öğlencilikten Dert Yanmamak Lazımmış!

Milli Eğitim Bakanlığının hayata geçirmek isteyip de bir türlü uygulamaya koyamadığı hedeflerinden birisi de öğretim şeklidir. Bazı yerlerde normal öğretim yapılmaya geçilse de nüfusun kalabalık olduğu illerin çoğunda halen sabahçılık ve öğrencilik şeklinde öğretim yapılıyor. 

Öğrencinin kalabalık olduğu bir muhitte görev yapıyorsanız ya sabahçısın, ya da öğlenci. Normal olmayan bu iki devrenin avantaj ve dezavantajları var. Sabah erken kalkma var. Sabahın köründe okulun yolunu tutacaksın. Moralin bozulsa da öğle olunca keyfin yerine geliyor. İşin gücün varsa halledebiliyorsun. Öğlenci isen sabah erken kalkma derdin olmayınca gece yatmıyor, sabah da kalkmıyorsun. Yatıyorsun epey. Kalkıyorsun, dersinin başlama vakti öğleyi beklemeye koyuluyorsun. Oturup kalkıp saate bakıyorsun. Vakit bir türlü geçmiyor. Otururken avarelikten yoruluyorsun. Nihayet vakit geliyor, okulun yolunu tutuyorsun. Sen merdivenleri tırmanırken dersini bitiren öğretmenlerin merdivenden inişini görünce "Sen gelirken biz gidiyorduk" der gibi baktıklarını hissediyorsun. Moralin bozuk bir şekilde ayakların geri geri gider gibi merdivenleri çıkarken bazılarının "Siz daha yeni mi geliyorsunuz? Biz bitirdik, gidiyoruz" demeleri yok mu? Bu da işin tuzu biberi oluyor. 

İçinden "Öğlencilik pineklemektir" diyor ve derslere girmeye başlıyorsun. Tek tesellin 5.6.sınıflarla ben ne yapacağım endişenin derslere girdikçe yersiz olduğunu anlıyorsun. Bir bakmışsın ki akşam yedi olmuş. Akşamın karanlığında tüm gününü bitirmiş bir şekilde yorgun-argın evinin yolunu tutuyorsun. Bu durumda tek tesellin sabah erken kalkma yok. 

Erken kalkma derdi olmasa da evde öğlenin olmasını beklemek zor oluyor deyip dururken sağ olsun Bakanlık imdadıma yetişti. On günlüğüne bir kurs ayarlamış içinde benim de olduğum öğlenci öğretmenlere. Sanki devlet "Belki normal öğretime sizi geçiremedim. Öğrencileri okula getiremesem de siz öğretmenleri pekala getirebilirim. Siz yeter ki isteyin" der gibi geldi bana. Gönderilen mesaj yetmediği gibi bugün bir de "Aman unutma, haberim yoktu" deyip gelmemezlik yapmayayım dercesine ıslak imzam alındı bugün. 

Hasılı önümüzdeki iki hafta boyunca terörden etkilenmiş çocuklar adına açılan kursa devam edeceğim. Sabah 09.00, akşam 19.00 arası okuldayım. Yani normal öğretimden de öte tam gün eğitim yapacağım. Artık okul vakti gelsin diye evde pineklemeyeceğim, uyuşuk uyuşuk oturmayacağım. Bana düşen böyle bir planlamayı yapan yetkililerimize teşekkür etmek, dualarımda onları unutmamak ve ne muratları varsa Rabbim versin demek.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde