Ana içeriğe atla

Eğitim ve Öğretimimizde Kim Suçlu?


Eğitim ve öğretimimizde bir şeylerin iyi gitmediği hepimizin malumu. Maarifimiz felç. Can çekişiyor. Hepimiz bu felç durumdan kurtulmaya çalışıyoruz eğer buna kurtulma denirse. Daha doğrusu kurtulma çabamız var mı? Varsa da bunda samimi miyiz? Benimki de laf yani! Elbette kurtulmaya çalışıyoruz.  Ama nedense kurtulamıyoruz ve üstelik her geçen gün hasta daha kötüye gidiyor. Ölsün diye gözüne bakıyoruz, ölmüyor. Dirilip kalksın, koşsun istiyoruz; bu da olmuyor. Batıyoruz iyice.
Kurtulmak istiyoruz ama üzerimize toz kondurmadan suçu bir başkasına atmaktan ibaret bizim kurtulma çabamız. Suçlu kim? Bu da herkesin malumu! Kim olacak? Öğretmen tabi. Bugün tepeden tırnağa, eğitimin içindekiler ve dışındakiler öğretmeni eleştiriyor. Yılanın başı görülüyor. “Bu öğretmenlerle olmaz” diyor. Aslında eğitim ve öğretimde en büyük sorunumuz suçlu bulma, suçu birine ihale etme hastalığıdır. Önce kronikleşmiş bu hastalığı tedavi etmemiz gerekiyor.
Eğitim ve öğretim bir defa öğrenci, veli, çevre, okul, hizmetli, öğretmen, idareci, servisçi, kantinci, MEB’in taşra teşkilatından tepe noktasına varıncaya kadar bir paydaşlar bütünüdür. Bunca iç ve dış paydaşın olduğu bir ortamda suçtaki payımızı sorgulayacağımız yerde hepimiz tüm suçu öğretmene atarak egomuzu tatmin etmeye çalışıyoruz. Aslında bu bir topu taca atma durumudur. Oynamak istemeyen futbolcunun topu oyun alanının dışına vurmasına benzer.
Ben size burada bir suçlular listesi yayımlayacağım. Bakalım kimler var bu listede?
Eğitim ve öğretimin mutfağında olan öğretmen elbette suçludur. Öğretmen de tıpkı diğer kesimler gibi kendi rahatını düşünüyor. En iyi okulda çalışayım, okulum evime yakın olsun diyor. Daha fazla kazanmak istiyor. Okuldaki görevinin dışında ikinci bir iş yapmaya çalışıyor. Hiçbir şey yapamazsa özel ders veriyor, etüt ve kurs merkezlerinde çalışıyor. Hiç olmazsa okulunda açılmış olan “Yetiştirme ve Destek Kursunda” görev alıyor.
Ama tüm suç öğretmenin mi? Ya da öğretmenin suçlu olduğu bir durumda diğer paydaşların her birinin temiz ve suçsuz olması mümkün mü?  
Eğitim ve öğretimde diğer bir suçlu veli olan anne ve babalardır. Benim çocuğum en iyi okulda okuyacak, hep başarılı olacak. Aslında çok zeki. Tek suçu var, o da çalışmamak. Ben onun her istediğini yapacağım. Çocuğumun bir dediğini iki etmeyeceğim. Çünkü benim biricim çocuğum o. Zamanında ben çektim o çekmeyecek. Asla sanayi vb yerlerde çalışmayacak. Çünkü kıyamam ben ona. Onun yeri masa başı bir iş olacak.  Kimse onun kılına dokunamayacak. Eğer böyle bir şey olursa dünyayı dar ederim ona” düşüncesinde olan ve bu düşüncesini icraata koymuş çok veli var bu ülkede. Ben buna aşırı korumacılık diyorum. Velilerimizdeki bu aşırı korumacılık olduğu müddetçe çocuklarımıza okul ve öğretmenleri laf anlatıp sözünü dinletemeyecektir.
Eğitim ve öğretimde bir diğer suçlu MEB’in taşra ve merkez teşkilatıdır. Tüm yaptıkları öğrenci ve veli memnuniyeti üzerinedir. Diğerleri özellikle öğretmen ve idareci önemli değil. Çocuk sınıfta kalamaz bir defa. Bunun için elinden gelen gayreti gösterir. Çünkü bu durumdan hem veli, hem çocuk memnun kalmaz. Ayrıca kalan bir öğrencinin devlete maliyeti ne kadar biliyor musunuz der. Hatta öyle ileri gider ki “Hiçbir çocuk istemediği bir okul türünde okumayacak” diyerek veli ve öğrencilerin göz bebeği olmayı hep başarmıştır. MEB, velilerden daha korumacıdır.
Eğitim ve öğretimde bir diğer suçlu suçlular içerisinde belki de en masumu öğrencilerdir. Kalma yok, devamsızlık sorun değil. “Derse çalışmasam da olur. Nasılsa okul müdürüm ve annem ve babam gereğini yapmak üzere öğretmenle görüşür. Öğretmen de tüm bonkörlüğünü kullanarak bu sorunu çözer. İstediğim yaramazlığı yaparım, dersi dinlemem, ödevimi yapmam. Kim karışır bana. Nasılsa arkamda koca TC devleti var ve benim için yaşayan annem ve babam var. Onlar arkamda olduğu müddetçe günümü gün ederim.” şeklinde bir eğitim ve öğretim yapmaya geliyor.
Kurtuluş reçetesi basit aslında. Önce birbirimizi suçlamaktan kurtulacağız. Eğer suçlu bulmazsak olmaz derseniz -istisnalar kaideyi bozmaz- bir kısım suçlu listesine yukarıda kısaca değindim. Öğretmen, öğrenci, veli ve MEB kimseyi suçlamadan iyi bir özeleştiri yapma yoluna gitmelidir. Herkes payına düşeni öğrendikten sonra sorumluluğunu üstlenmelidir. İşimizi yaparken birbirimize güveneceğiz. Ki başka yolumuz yok. Ayrıca çalışanla çalışmayanı ayırt edeceğiz. Tüm bunları yaparken aramızda iletişim ve paylaşımı asla elden bırakmayacağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde