Sabah 09.00 ila 13.00 arası 10 gün sürecek "Terör vb.
durumlardan etkilenmiş çocukların eğitimi" ile ilgili bir kursa isteğim
dışında alındım. İstek dışı da olsa görev görevdir, zira emir demiri keser
deyip saat 09.00'da çok amaçlı salonda yerimizi aldık. Benimle beraber 25 kadar
kişiyiz. İçimizde 27 yaşından 60 yaşına kadar kursiyer var.
09.00'u 10 geçe sahneye biri çıktı. Hocamız bu olsa gerek
dedik. Bize "Arkadaşlar! Salonda adım atmadığınız yer kalmayacak, kalkıp
her yeri dolaşacaksınız" dedi. Ne oluyor dercesine birbirimizin yüzüne
baktık. Birkaç kişi hapishanedeki mahkûmların volta attığı gibi gidip
gelmeye başladı. Ama birkaç kişiyle olmazdı hocamıza göre. Yerinde oturanları
da kaldırttı ve yürüttü. Mesleğinin duayeni bilge bir kişiyi oturduğu yerden
kaldırmak için azim-gayret ve inatla uğraştı hocamız. İkisi de direndi: Biri
kaldırmak, öbürü de kalkmamak için. Sonunda kazanan Bilge Babaanne oldu ama isminin
alınmasına mani olamadı. Çünkü hocamız adını aldı. Kime verecek bilmiyorum. İl
ve ilçe milli eğitime mi verir, yoksa bizim okul müdürüne mi verir, ya da kurs
bitimi kurstan geçer not mu vermez göreceğiz. Kokusu yakında çıkar. Belki de
hiçbir şey yapmayacak, Bilge öğretmenin ismini alırken kızım sana söylüyorum,
oğlum sen kendine dikkat et demek istedi. Sanırım beni kastetti oğlum yaşındaki
hocamız.
Neyse biz işi yazıya boğmayalım. Adı üzerinde etkinlik
yapacağız. Çocuğumuz yaşındaki biriyle yüz-göz olmayalım, birkaç gider gelir
biter dedik. Ama nafile! Yürüyüşe devam. Gidip gidip geldik.
Az sonra hocamızın ikinci emri yankılandı salonda. Gelip
geçerken selam verecektik birbirimize. Canımıza minnet! Oldu olacak selam da
veririz dedik. Zira selam vermede sorun yoktu. "Selamün aleyküm, iyi
günler, günaydın" dedik. Yetmedi. Zira başımızla da selam vermemiz
gerekiyormuş. Buna da tamam dedik. Salladık başımızı. Çünkü kültürümüzde yeri
var ne de olsa. Biz tamam dedikçe hocamız galeyana geldi. Yetmez. "Şimdi
de el kaldırarak selamlaşacaksınız" dedi. Öyle bir el kaldırarak selam verdi
ki sanki muhatabın yüzünü cırmalayacak gibi. Eh bu da olur dedik. Zira bu
şekilde verenler de vardı selamı. Kimsenin yüzüne cırmık atmayız ama en azından
elimizi kaldırırız dedik. Bizdeki gönülsüz isteği gören hoca, hızını alamadı.
Bu sefer "Ayaklarınızla selam vereceksiniz" dedi. Dilimizle verdik,
başımızı salladık, elimizi kaldırdık... Oldu olacak bir de ayağımızı
kaldıralım, demek ki ayakla selam verme de varmış dedik. Birbirimize ayak
salladık bir süre. Başka sallayacak uzvumuz kalmayınca nihayet sandalyemize
oturduk.
Oturduk ama hoca bu. İstediğini yapar. Sandalyeye
oturtmamaya azmetmiş hoca bizi tekrar kaldırdı. Şimdi istemediğiniz biriyle
karşılaşınca ne yaparsınız etkinliğini yaptırdı. Kafamızı çevirip geçtik rol
gereği. Ardından görmeyi çok arzuladığınız biriyle karşılaşınca nasıl
davranırsınız, haydi birbirinize sarılın dedi. Yapmadığımız bir bu kalmıştı, onu
da yaptık.
Tüm bu işler yapılırken kimi kızdı, kimi içine kapandı,
kimi patladı, kimi çekti gitti, kimi olmaz böyle dedi, kimi yerim dar dese de
yürüdü; birbirini selamladı, kimi yerinden kıpırdamadı, kiminin siniri yüzüne
vurdu, kimi de oldu olacak top oynayalım bari deyip orta yere bir top saldı. İradesi
dışında ortaya atılan topa hemen tepki gösterdi hocamız ve topu kaldırttı.
Sonunda kan akmadan, daha büyük bir tartışma çıkmadan bu etkinlik sona erdi.
Etkinlik sona erdi ama herkesin yüzündeki moral bozukluğu
duruyordu. Millet patladı patlayacak. Kursiyerlerden biri gidişat iyi
olmayacak, müdahale edilsin diye okul idaresine telefon etmiş kaşla göz
arasında. Halbuki hocamız rahattı. Gelen idareci de "Bu konuda valilik
oluru var, bunlar yapılacak, birbirimizi kırıp dökmeyelim, hepimiz
yaşını-başını almış kişileriz" dedi. Çekti gitti. Biz yine herkese nasip
olmayan hocamızla kaldık.
Yaptığımız tüm bu etkinliklerin adı "Tanışma
etkinliği" imiş çokbilmiş hocamızın dediğine göre. Kaç yıldır tanıdığımız
arkadaşlarımızı bu vesileyle tekrar tanıdık ama bize kurs vermeye geleni
tanımıyorduk. Ne biz sorduk kimsin, necisin, in misin, cin misin diye. Ne de o “benim
adım şu” dedi. Biz soramazdık. Çünkü gelir gelmez ayağa kaldırıp yürütmeye
başlattı bizi.
Nihayet hocamız adını-soyadını ve Ram'dan geldiğini
söyledi. Herhalde önden biri adınızı söyleyin bari demiş olmalı ki adını ve
soyadını söyledikten sonra "tamam mı" dedi. Sanırım tanışma
etkinliğinde adını da söylemeyecekti, belki de kurs boyunca adını söylememeye
yeminliydi.
Bir saat sonra adını lütfeden hocamızın adını duyunca
isminden hareketle ailesinin istenmeyen en son çocuğu olsa gerek dedim. Tıpkı
bizim istemediğimiz gibi. Çünkü bir, iki, üç, çocuk arka arkaya gelince bazı
aileler bu son, yeter artık anlamına gelen “Yeter, Songül, Soner” vb isimler
verirler en son çocuklarına. Aslında bizim kendisiyle bir sorunumuz yok. Bizi
MEB zorunlu olarak kursa aldı, onu da istekli veya isteksiz görevlendirdi. Ama
damarımıza damarımıza bastığına göre bu kursu vermeye çok iştahlı gördüm
kendisini.
Birinci etkinlik sona erer ermez biraz nefeslenelim demeye
kalmadan ayağa kalkın çember oluşturun dedi hocamız. Oluşturduk. Ardından
alfabetik sıraya göre sıraya geçin dedi. Geçtik. Sonra ilk kişiden başlayarak “Kendine
bir sıfat ekle, adını söyle” dedi. İlk şanslı kişi kendine bir sıfat (lakap da
diyebiliriz buna) bulacak, sonra adını söyleyecekti. (Nedense lakabı başkası
verir normalde. Biz kendimize bir lakap bulacaktık) Sonraki gelen ise önceki sıfat
ve ismini söyleyenlerin de sıfat ve isimlerini söyleyecek ve kendi sıfat ve
ismini söyleyerek bayrağı kendinden sonrakine devredecekti. Alfabetik sıraya
göre önde olanlar şanslıydı. Malumunuz ismim “R” ile başladığı için sonlara
yakındım. Bir an için soyadı baz alalım diyecektim. Soyadımın “Y” ile başladığını
düşününce baktım sona kalıp dona kalmak da vardı. Çünkü işin ucunda kendimden önceki
tüm kursiyerlerin sıfat ve isimlerini zikredecektim. Buna da şükür dedim. Askerdekilerin
komut vermesi gibi başladı herkes komut vermeye. Sonunda birlikte kaç yıllardır
çalıştığımız arkadaşlarla -birbirimize kopya vererek- yeniden tanıştık. Okula
ilk tayinimizde yapılmayan tanışma faslını “RAM”dan gelen yaptırdı. Sağ olsun!
Şükür bu işkence de sona erdi derken tekrar ayağa kaldırdı
bizi. Tekrar çember oluşturun dedi. Getirdiği mavi şeridi makarasından çekerek
herkes şeritten sabit bir şekilde tutsun. Şimdi gözlerinizi kapatın, kimse
gözünü açmadan kare oluşturacaksınız dedi. Kareyi bilirim bilmesine de göz
kapalı nasıl yapacaktık bunu. Sonunda “Ramazan Hocam! Az geriye, az öne” derken
gözlerimizi açtığımızda bir kare oluşturmuştuk. Nasıl oldu anlayamadım ama bana
seslendiklerine göre sanırım bazıları gözünü açtı. Belki de benden başka herkes
açtı- kapattı. Ben açmadım, daha doğrusu açamadım. İşin ucunda gözünü açtın,
cezalısın, adını söyle, seni milli eğitime vereceğim veya kaldır ayağını tek
ayak üzerine dur, demek de vardı. Yapar mıydı yapardı. Sakın abartıyorsun falan
demeyin. Çünkü her türlü hareketi yapacak/yaptırabilecek bir görüntü verdi
bana. Her şeye itiraz eden Ramazan kuzu gibiydi anlayacağınız. Zira sinmiştim.
İlk günün son demlerinde bir metin okuttu. “Sınıfa girildiğinde
dersten kopmuş öğrencilerden örnekler veren” bir metindi. Her bir öğrencinin
farklı farklı durumu göze batıyordu metinde. Bu durumda ne yapılmalıydı? Söz
alıp katkıda bulunmak isteyen öğretmene “Ayağa kalk” dedi. Öğretmenimiz hemen
ayağa kalktı. Bu fasılda yine hanım kursiyerler konuştu. Sınıf yönetimine
örnekler verdiler. Erkek öğretmenler tıpkı sınıflarındaki erkek öğrenciler gibi
dinler gibi yaptı, tabii ben de.
Sonunda kurs hocamızın “Bugünkü programımız burada sona
erdi. Yarın şu saatte burada olalım” sözüyle sabah 09.00’da başlayan ilk günün kâbusu
sona erdi. Geriye dokuz gün kaldı. Umarım geriye kalan dokuz günde bize bu
yaştan sonra dokuz doğurtmaz hocamız.
Niyetim burada kursu, kurs vereni eleştirmek değil.
Zoraki alındığımız bu kursa bu şekilde başlanmamalıydı. Çünkü hocamız bizi
ilk günden gerdi. Biz gerildikçe üstümüze üstümüze geldi. Biz gerildik, o dört
köşe oldu. Zira hiç istifini bozmadı ve geri adım atmadı. Pes doğrusu! Güya biz
sınıf yönetiminde karşılaştığımız sorunlarla nasıl başa çıkacağız sorusuna
cevap bulmaya çalıştık ilk günde. Hocamız diğer günler nasıl olur bilmem ama
ilk gün benden geçer not alamadı. Sanırım o da bana geçer not vermemiştir.
Kursu veren bu hocamızın etkinliğe başlamadan önce kürsüye
geçip önce kendini tanıtmasını, ardından “Arkadaşlar! Buraya istekli gelmediniz
biliyorum, ama görev görevdir. Bu işi yapacağız. Biz bu on gün içerisinde bir
program dahilinde şu şu etkinlikleri yapmak durumundayız” deseydi çok daha iyi
olurdu. Keşke bize ders vermeden, etkinlik yaptırmadan önce birkaç öğretmenin
dersine öğrenci gibi girip öğretmenlerimizin ilk derslerini nasıl yaptıklarını
bir görseydi öyle zannediyorum bizi bugün germezdi. Umarım geriye kalan dokuz
gün bugünü aratmaz. Zira aratırsa okul okul olalı böyle eziyet görmemiş olur…
Bakarsınız hocamızla dost oluruz kursun bitiminde. Çünkü bazı dostluklar
kavgayla başlarmış.
Yazımı uzattım biliyorum. Ama dertliyim, içimi boşaltmam
lazımdı. Sanırım sabrımızı ölçtü hocamız ilk gün. Diğer günlerde bize daha
ölçülü davranacak. Yazımın sonunda “Terörden etkilenmiş çocuklara yardım etmek,
onlara rehberlik yapmak” amacıyla açılan bu kursta sabah sabah bize terör
estiren hocamıza, bu kursu bu hocamıza veren yetkililere, bu kursu icat eden ve
açanlara şükranlarımı sunmayı bir görev bilirim. İyi ki varlar!
Not: Kursun bitiminde eve de gitmedim. Evliya Çelebi
parkında pinekledim durdum. Öğleden sonraki dersimi bekledim. Tam okula
girerken baktım öğrencileri alan müdür yardımcısı merdivenin başında bekliyor.
Garibime bir selam vereyim, sevinsin dedim. Ayağımı kaldırdım. Ne yapıyorsun
dedi. Selam veriyorum dedim. Gördüğünüz gibi hocamızın emekleri boşa gitmedi.
İlk uygulamayı ben başlattım. Umarım bağımlılık yapmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder