Ana içeriğe atla

Hafızamızı Kaybediyoruz *


Bir zamanlar öyle bir eğitim sistemimiz vardı ki birçok şeyi sular seller gibi ezberlerdik. Çarpıp tablosuyla başlamıştık ezbere. Milli bayramlarda şiir okumak için arkadaşlarımızla yarışırdık. Ardından İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe hepimizin ezberlediklerindendi. Matematik formülleri hep belleklerimizdeydi. Sınıf arkadaşlarımızın numaralarını ezbere bilirdik. Sülfürik asit bileşenini (H2S4O) hafızamızda yer etsin diye Hasan2, Salak Osman4 diye kodlardık. Türkçe, Hayat Bilgisi gibi derslerde öğretmen okuma parçasının özetini çıkartır, tahtada anlattırırdı. Çoğu elementlerin sembolünü bilirdik. Çünkü ezberletirlerdi öğretmenlerimiz.

Okullardaki bu ezber mantığını günlük hayatımızda da kullanırdık. İletişim halinde olduğumuz çoğu kimsenin ev telefonunu birkaç aramayla hafızamıza yerleştirir, bir daha ajandaya bakma ihtiyacı hissetmezdik. Bakmayın siz bazılarının "Bu millet balık hafızalı" dediklerine. Sağlam ve çakı gibi bir hafızası vardı bu milletin. Ya şimdi? Şimdi aynı şeyi söyleyemiyoruz maalesef. Bunun iki nedeni var. İlki nice zamandır ezberci eğitime karşı olmamız. Diğeri de cep telefonları. 


Ezberci eğitime karşıyız diye çocuklarımıza doğru dürüst hiçbir şeyi ezberletmez olduk. Ezber dendi mi ürküyor bugünkü çocuklar. Hatta ailesi çocuğunu İHO ve İHL’ye vermek istediği zaman çocuk, “O okullarda ezber varmış, benim ezberim iyi değil, o okulu ben yapamam” şeklinde ayak diretiyor. Halbuki İHL’lerde yapacağı ezber toplamı 8-10 sayfayı geçmez.


Ezber kötüdür diyerek zihnimize hiçbir şey almaz olduk. Günübirlik yaşıyoruz artık. Üstüne üstlük cep telefonlarının yaygınlaşması da bu işin tuzu biberi oldu. Olan hafızamız da gitti. Çünkü hiçbir şeyi akılda tutma gereksinimi duymuyoruz. Lazım olacak ne varsa cep telefonumuza kaydediyoruz. Kaydetmekle kalmıyor, kullanacağımız ne varsa telefondan otomatik açıyoruz. Ne var bunda? Şifre yazmak için zaman kaybetmiyoruz diyebilirsiniz. Doğrudur zamandan tasarruf ediyoruz. Ama bir başka bilgisayardan girmek durumunda kaldığımız zaman şifremizi hatırlayamıyoruz. Düşün dur artık! İşin ne? Halbuki  şifre adına ne varsa cepten otomatik açmaya ne güzel alışmıştık. Burada yapacağımız tek çözüm eğer sistem kabul ediyorsa “Şifremi unuttum” butonuna basıp yeni şifre almak. Hele işin acilse dokuz doğurursun yeni şifre alıncaya kadar.

Geçen gün e sınav türü bir sınavda görev aldım. Görev yerimize yarım saat önce varmamız yeterliydi. Vardığımızı göstermek için ana bilgisayardan mebbis şifremizle sisteme giriş yapmamız gerekiyormuş. Ben kısa bir duraklamadan sonra şifremi buldum. Ama benden sonra gelen sisteme girmek için “Şifremi unuttum” butonuna basmak ve yeni şifre almak zorunda kaldı. Bu işi yapmak için de cep telefonundan faydalanması gerekiyor. Ama salona cep telefonuyla girmesi yasak. Dışarıda ve koridorda 25 dakika yeni şifre almak için uğraştı durdu. Neredeyse “Sınava gelmedi” muamelesi görecekti. Sınavın başlamasına 5 dakika kala nihayet işini halletti. Tabi o şifre almak için uğraşırken onun semeri bana vuruldu. Canı sağ olsun! Problem değil.
Hasılı, ezberci eğitime hep birlikte rezerv koyduktan sonra ardından gelen cep telefonları bizim hafızamız oldu. Akşam yediğimizi hatırlamıyoruz. Bereket kendi cep numaramızı ve her yerde istenen TC numaramızı ezbere biliyoruz. Kazara cep telefonumuz arızalanırsa işimiz kül. Birini aramamız gerekirse ezberden bildiğimiz bir numara yok.

Sonuç, sonucu ne olursa olsun ezberci eğitime karşı olmaya ve cep telefonunu kullanmaya ve şifremizi otomatik olarak açmaya devam. Kim vazgeçirebilir bizi bundan. Atın ölümü arpadan olsun! Acaba hafızamızı zorlamamak Alzheimer hastalığını tetikler mi? Şimdi siz düşünün artık!

* 22/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde